10 Mart 2010 Çarşamba

Hz. İbrahim'in Güzel Ahlakı

Kuran'da Rabbimizin insanlara uyarıcı, korkutucu ve müjdeleyici olarak gönderdiği kıymetli elçilerinin güzel ahlak özelliklerine dair birçok ayet yer almaktadır. Tüm peygamberler, Allah'a olan teslimiyetleri, samimiyetleri, sadakatleri ve adil, mütevazi, onurlu tavırlarıyla son derece üstün ahlaklı insanlardır. Kuran'da Peygamberimiz Hz. Muhammed Allah'a olan derin imanı, tevekkülü, samimiyeti ve güçlü Allah korkusu, Hz. Süleyman her an Allah'a şükredip Rabbimizin şanını yüceltmesi, dini yayma konusundaki kararlılığı, güç ve kudreti, Hz. Eyüp ve Hz. Nuh sabırları, Hz. Musa samimiyeti, Hz. İsa manevi derinliği ve Allah'a olan teslimiyeti, Hz. Davud her tutum ve davranışıyla Allah'a yönelmesi ve daha birçok üstün özellikleriyle tüm insanlara örnek verilmişlerdir. Hz. İbrahim'i de, Allah Kuran ayetlerinde övmekte ve tüm Müslümanlara üstün vasıfları ile örnek göstermektedir.Yeryüzündeki tüm insanların, Allah'ın peygamberlik makamı ile şereflendirdiği, ilim ve güç bakımından desteklediği, güzel ahlaklarıyla övdüğü bu kutlu insanları kendilerine örnek almaları gerekmektedir. Her Müslüman Allah'ın alemlere üstün kıldığı bu kıymetli kullara özenmeli, onların eşsiz ahlak özelliklerini kendi hayatlarına geçirmelidir. Kitabın bu bölümünde birçok Kuran ayetinde Allah'a olan derin imanı, tevekkülü, samimiyeti ve teslimiyeti ile övülen Hz. İbrahim'in üstün ahlakı anlatılarak insanlar, Hz. İbrahim gibi bir ahlak göstermeye davet edilmektedir.
Hz. İbrahim "Allah'ın Dostu" dur
İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim'in dinine uyandan daha güzel din'li kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir. (Nisa Suresi, 125)
Rabbimiz Kuran'da Hz. İbrahim'i dost edindiğini bildirmiştir. Bu nedenle de Hz. İbrahim "Halilullah" (Allah'ın dostu) olarak tanınmakta, insanlar tarafından bu güzel isimle anılmaktadır. Nitekim Peygamberimiz Hz. Muhammed de "Ey Allah'ım! İbrahim aleyhisselâm senin Halilindir, peygamberindir." şeklinde buyurmuşlardır.7
Vahyedilmesinden sonra tahrif edilmiş olan Kitab-ı Mukaddes'te ise Hz. İbrahim için şu ifadeler yer almaktadır:
"Ve İbrahim Allah'a iman etti ve böylece aklanmış sayıldı" diyen Kutsal Yazı yerine gelmiş oldu. İbrahim'e de Allah'ın dostu denildi. 8
Allah korkusuna ve sevgisine sahip, Allah'a dost olan insanın hayattaki tek amacı O'nun hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini kazanmaktır. Kalbinde ve aklında daima Allah olur. Gördüğü güzellikler karşısında "Allah ne güzel yaratmış, O övülmeye layıktır" der, Allah'ı en güzel isimleriyle tesbih eder.
Kendisine verilen her nimetin Allah'tan olduğunu bilir ve Allah'a çokça şükreder. Herhangi bir sıkıntı ve zorlukla karşılaştığında ise, bunun Allah'tan bir deneme olduğunu ve hayırlarla birlikte yaratıldığını bilir. Allah için güzel bir sabır gösterir, tevekkül eder ve ahiret yurdu için salih amellerde bulunur. Bediüzzaman Said Nursi'nin söylediği "elhamdülillahi ala külli hal" (her şartta Allah'a hamd olsun) sözünü kendisine rehber edinir ve nimet içinde de, zorluk içinde de olsa hep Allah'a hamd eder.
Allah Kuran'da bu onurlu makama ulaşmaları için tüm müminleri teşvik etmektedir. Bir Kuran ayetinde müminlere kendilerini Allah'a yakınlaştıracak vesileler aramaları şöyle emredilir:
Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın... (Maide Suresi, 35)
Allah bir ayette "Öyleyse, Allah'a doğru kaçın" (Zariyat Suresi, 50) diye buyurmaktadır. Bir başka ayette de şöyle buyurulmaktadır:
"... Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın, sizin Mevlanız O'dur. İşte, ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcı." (Hac Suresi, 78)
Müzemmil Suresi'nde ise Allah, insanın herşeyden kendini çekip yalnızca Kendisi'ne yönelmesini emreder:
Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kendini çekerek yalnızca O'na yönel. (O) Doğunun ve batının Rabbidir. O'ndan başka ilah yoktur. Şu halde (yalnızca) O'nu vekil tut. (Müzemmil Suresi, 8-9)

Hz. İbrahim Güç ve Basiret Sahibiydi, Doğruyu Seçme Yeteneğine Sahipti

Allah Kuran'da Hz. İbrahim'in "güç ve basiret" sahibi bir kul olduğunu bildirmiştir. (Sad Suresi, 45) Basiret "görüş" anlamına gelir, olaylara hikmetle bakabilmeyi, derin kavrayış gücünü ifade eder. Allah'ın derin imanları, samimiyetleri ve teslimiyetleriyle insanlara örnek kıldığı tüm peygamberler gibi Hz. İbrahim de isabetli kararlar alan, ileriyi görebilen, basiret sahibi bir peygamberdir.
Bir diğer ayette ise Rabbimiz Hz. İbrahim'e "rüşd", yani olgunluk verdiğini bildirmektedir:
Andolsun, bundan önce İbrahim'e rüşdünü vermiştik ve Biz onu bilenlerdik. (Enbiya Suresi, 51)
Ayette geçen "rüşd" kelimesi, "hak bir doğrulukta kararlılıkla, tam ve üstün bir isabetle, emin adımlarla gitmek, doğruya götürmek, yöneltmek" anlamlarına gelmektedir. Allah'ın bu güzel vasıflarla güçlendirdiği Hz. İbrahim, feraset ve basireti, ileri görüşlülüğü, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt etmesi ve isabetli karar vermesi ile inkar edenlere karşı büyük bir mücadele vermiştir. Tüm bu özellikler onun Allah'tan içi titreyerek korkan, Rabbimizin ayetlerini uygulama konusunda çok titiz bir kul olduğunu bizlere göstermektedir. Nitekim Allah Kendisi'nden korkanlara bu büyük nimetin verileceğini bir ayetinde şöyle bildirmiştir:
Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)
Rabbimizin Hz. İbrahim'e bahşettiği üstün vasıflar, bu kutlu insanın inkar edenlere karşı son derece etkili ve akılcı bir mücadele yürütmesine vesile olmuştur. Bunun sonucunda da Hz. İbrahim ve onu izleyenler üstün gelmişlerdir.
"Doğruluk" ve "doğruyu seçme" Peygamber Efendimizin de müminlere sürekli hatırlattığı çok önemli mümin vasıflarındandır. Peygamberimiz (sav)'in bu konu ile ilgili bazı tavsiyeleri şu şekildedir:
Allah'a inandım de, sonra da dosdoğru ol! 9
Kim ki Allah ve Resulü'nün kendisini sevmesinden hoşlanırsa doğru söylesin. 10
Allah bir kimsenin hayrını murad ederse, onu doğruya irşad eder.11
Doğruluk (sıdk) iyiliğe götürür. İyilik de cennete iletir. İnsan doğru söyleye söyleye sonunda Allah katında doğru olarak yazılır. Yalancılık fenalığa, fenalık da cehenneme götürür. İnsan yalan söyleye söyleye sonunda Allah katında yalancı olarak yazılır. 12
Hz. İbrahim Katıksızca Ahiret Yurdunu Anan İhlas Sahibi Bir Kuldu
Allah Kuran'da Hz. İbrahim'i ve onun soyunu katıksızca ahireti düşünüp anan ihlas sahipleri olarak tarif eder:
... İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u da hatırla. Gerçekten Biz onları, katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu düşünüp-anan ihlas sahipleri kıldık. (Sad Suresi, 45-46)
Peygamberleri ve samimi iman sahiplerini diğer insanlardan ayıran en temel özelliklerden biri, onların dünya hayatına dair bir beklenti içinde olmaksızın sadece Allah'ın rızasını ve ahireti kazanmak için ciddi bir çaba içinde olmalarıdır. Hayatlarının sonuna kadar büyük bir sabır ve ihlasla kavimlerini uyarmaya devam etmeleri, bunun en açık delillerindendir.
İhlas sahibi bir mümin, yaptığı işler ve ibadetlerle sadece Allah'ın sevgisini, hoşnutluğunu, takdirini ve dostluğunu hedefler. Bu konuda en güzel örnek ise Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in hayatıdır. Peygamberimiz (sav), sadece Allah'ın hoşnutluğunu aramış, hayatı boyunca Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmayı amaç edinmiştir. Allah ayetlerde, insanlara bir rahmet ve lütuf olarak gönderilen elçilerin, hiçbir karşılık beklemeden, ihlasla insanları din ahlakını yaşamaya davet ettiklerini şu şekilde haber vermektedir:
De ki: "Ben, buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ve (kendiliğinden) bir yükümlülük getirenlerden de değilim." (Sad Suresi, 86)
De ki: "Ben sizden bir ücret istemişsem, artık o sizin olsun. Benim ecrim (ücretim), yalnızca Allah'a aittir. O, herşeye şahid olandır." (Sebe Suresi, 47)
Peygamberimiz (sav) bir hadislerinde de "Amellerinizi Allah için halis kılınız. Zira Allah-u Teala Kendisi için ihlasla yapılan ameli kabul eder."13 şeklinde buyurmakta ve tüm insanları ihlaslı davranmaya davet etmektedir. Peygamberlerin dualarına, kavimlerine yaptıkları uyarılara baktığımızda onların insanları Allah'a iman etmeye, amellerini halis kılmaya, dünya hayatının geçici nimetlerine aldanmamaya ve sadece ahiret yurdu için çalışmaya davet ettiklerini görürüz.

Bir müminin de sahip olması gereken en önemli vasıflardan biri, "katıksızca ahiret yurdunu düşünüp anmasıdır." Yapılan her iş, söylenen her söz sadece Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için olmalıdır. Mümin, sürekli asıl hayatı olan ahirete özlem duymalı ve dünyaya hiçbir zaman bağlanmamalıdır. İman edenler de elbette Allah'ın dünyadaki nimetlerinden faydalanacak, bu yolla Allah'a şükredip bu nimetlerin ahiretteki asıllarını düşüneceklerdir. Ama bunlar, hiçbir zaman amaç haline getirmemelidir. Her biri Allah'ın rızasını kazanmaya, din ahlakını anlatmaya, ahiret yurdunu anmaya vesile olan birer nimet olarak görülmelidir.
Cennetin sonsuz güzelliklerini düşünmek, Allah'ın cennet vaadinden dolayı sevinmek, cehennemin bitmeyecek azabından sakınmak ve bunu akılda tutmak, müminin Allah'a olan yakınlığını ve Kuran ahlakını yaşama şevkini artıran çok önemli vesilelerdir. Aksi takdirde şeytan insanın unutma özelliğini kullanarak, onu ahiret gününün varlığından gafil halde yaşatmak isteyecektir. Mümin, hiçbir zaman şeytanın bu tuzağına düşmemeli, her zaman Hz. İbrahim gibi ahiret yurdunu derin derin düşünen ve anlatan müminlerden olmalıdır. Nitekim Allah katıksızca ahiret yurdunu anan, Allah'ın rızasını herşeyin üstünde tutan ve din ahlakını yaymak için tüm hayatı boyunca ihlasla çaba gösteren bu kıymetli kulu için Bakara Suresi'nde şu şekilde buyurmaktadır:Kendi nefsini aşağılık kılandan başka, İbrahim'in dininden kim yüz çevirir? Andolsun, Biz onu dünyada seçtik, gerçekten ahirette de O salihlerdendir. (Bakara Suresi, 130)
Hz. İbrahim Seçkin ve Hayırlı Bir Kuldu
Ve gerçekten onlar, Bizim katımızda seçkinlerden ve hayırlı olanlardandır. (Sad Suresi, 47)
Hz. İbrahim Allah'ın hidayet verdiği, peygamberlikle şereflendirdiği ve Kendi katında seçkin kıldığı kullarındandır. Bir ayette Hz. İbrahim ve ailesinin alemler üzerine seçilmiş oldukları şöyle bildirilmektedir:
Gerçek şu ki, Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti. (Al-i İmran Suresi, 33)

Hz. İbrahim ve oğulları, kendi kavimlerini Allah'a iman etmeye davet etmek ve onlara Allah'ın üstün güç ve kudretini anlatmak için seçilmişlerdir. Allah Kuran'da "Andolsun, Biz Nuh'u ve İbrahim'i (elçi olarak) gönderdik, peygamberliği ve Kitab'ı onların soylarında kıldık..." (Hadid Suresi, 26) şeklinde bildirmekte ve İbrahim ailesinin soyunu peygamberlikle şereflendirdiğini haber vermektedir.
"Hayırlı olmak", önemli bir mümin alametidir. İnkarcılar çevrelerine ve dünyaya iyilik değil, şer (kötülük) getirirler. Bu kaçınılmazdır; çünkü inkar eden bir insan çıkarlarını herşeyin üzerinde tutar ve dolayısıyla kendi çıkarı söz konusu olduğunda diğer insanlara zarar vermekten çekinmez. Mümin ise, hem manevi hem de maddi yönden tüm insanlığa hayır, bereket ve bolluk getirir. Çünkü sahip olduğu Allah korkusu ve güçlü imanı gereği kendisinin ve yakınlarının aleyhinde bile olsa, adaleti ayakta tutar, insanlara iyilik yapar, zalimlere karşı koyar.
Peygamberimiz (sav) de "Ümmetimin hayırlıları ise, ahlakça en güzel olanlarıdır. 14 şeklinde buyurarak güzel ahlaklarıyla örnek olan müminlerin, yaşadıkları toplum için "hayırlı kimseler" olduklarını bildirmiştir.
Allah, "hayır getiren", yani Allah'ın hükmüne göre davranıp etrafına hep din ahlakının güzelliklerini taşıyan müminlerle, bu vasıftan yoksun insanların farkını bir ayette şöyle haber verir:
Allah şu örneği verdi: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmez ve herşeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi? (Nahl Suresi, 76)
Hz. İbrahim Arınmış Bir Kalbe Sahipti
Hani o, Rabbine arınmış (selim) bir kalp ile gelmişti. (Saffat Suresi, 84)
Allah Kendisi'ne dost edindiği Hz. İbrahim'i şirk içinde yaşayan kavminden ayırmış ve tüm iman sahiplerinin hidayet önderi kılmıştır.
Allah'ın üstün ahlak sahibi elçilerini kendisine örnek alan bir müminin de Allah'a yakınlaşmak, O'nun sevdiği ve razı olduğu bir insan olabilmek için kalbini cahiliyenin tüm batıl inançlarından, çarpık düşüncelerinden uzaklaştırması, yani temiz bir kalp ile Allah'a yönelmesi gerekir.

İnsanın arınması, aynı zamanda nefsinin kötülüklerinden ve şeytanın olumsuz telkinlerinden uzaklaşması anlamına da gelmektedir. Allah Kuran'da "murdar (pis) olanı temiz olandan ayırt edeceğini" (Al-i İmran Suresi, 179) bildirmektedir. Buradaki temizlik manen ve ruhen yaşanan temizliktir. Din ahlakından uzak yaşayan birçok insan da, "benim kalbim temiz" diyebilmektedir. Ancak gerçekte bu kişiler sadece kendi vicdanlarını rahatlatmaya çalışmaktadırlar. Çünkü Hz. İbrahim gibi "arınmış (selim) bir kalbe" sahip olmak isteyen bir insan Allah'a kalpten iman etmelidir. Allah'ın emirlerini titizlikle yerine getirmeli, teslimiyetli ve tevekküllü olmalıdır. Allah Kuran'da iyiliği ve hoşnut olacağı ahlakı bizlere şu şekilde tarif etmektedir:
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitab'a ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
Allah bir başka ayette ise "arınanları seveceğini" (Tevbe Suresi, 108) bildirmektedir. Bir insan belki çok uzun süre, şeytanın telkinleri ile hareket etmiş, kötü düşüncelere ve kötü bir ahlaka sahip olmuş olabilir. Ancak önemli olan bu kişinin Allah'a tevbe etmesi, sahip olduğu bu ahlakı terk edip, Hz. İbrahim'i ve diğer peygamberleri örnek alarak arınmış bir kalp ile Allah'a yönelmesidir.
Rabbimiz Maide Suresi'nde iman sahiplerini şu şekilde müjdelemektedir:
Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Maide Suresi, 39)

Hz. İbrahim "Tek Başına Bir Ümmetti"

Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi. (Nahl Suresi, 120)
Hz. İbrahim, Allah'ı herşeyin üzerinde tutan, sadece O'nun rızasını gözeten, O'na içten bağlı olan, yalnızca Allah'tan korkup sakınan ve Allah'a güvenip dayanan bir peygamberdir. Çok sayıda insanı karşısına aldığı, onlar tarafından öldürülmek, hatta ateşe atılmak istendiği halde, imanından kaynaklanan cesareti ve tevekkülü sayesinde Allah'ın dinini hakim kılmak için yaptığı mücadelesinde çok kararlı olmuştur.
Tüm iman sahiplerinin de, Hz. İbrahim'in bu üstün ahlakına özenmeleri ve tek başına kalsalar da Hz. İbrahim gibi tevekküllü, cesur, kararlı, samimi, teslimiyetli ve iradeli olmaları gerekmektedir. Bunun için öncelikle yapılması gereken ise, bir ve tek olan Rabbimize gönülden teslim olmak, sadece O'ndan korkup, O'nu dost edinmektir. Çünkü bir mümin, dünyanın herhangi bir yerinde inkarcı bir topluluğun içinde, tek başına da kalsa Allah'ın rızasını kazanma şevki ve isteği, onu daima hayırlı davranışlarda bulunmaya, ibadetlerini yerine getirmeye, din ahlakını eksiksizce yaşamaya ve Kuran ahlakının bir gereği olarak insanlara din ahlakını tebliğ etmeye yöneltir. Allah'ın her zaman yanında olduğunu, her an onu koruyup desteklediğini bilmenin verdiği güç ile hareket eder. Kim Hz. İbrahim ile aynı ahlakı gösterir, Allah'a aynı sadakat ve teslimiyetle bağlanırsa, Hz. İbrahim gibi "tek başına bir ümmet" kuvvetinde kılınmayı umabilir.
Hz. İbrahim Allah'a Şükrediciydi
Allah insanlara sayısız nimet vermiştir. Kendi kusursuz bedenlerinden kainattaki eşsiz canlılara kadar, çevrelerini saran tüm güzellikler insanların Rabbimize tüm içtenlikleriyle şükretmeleri için birer vesiledir. Allah Bakara Suresi'nde şu şekilde buyurmaktadır:
Öyle ki size, kendinizden, ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik. Öyleyse (yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım; ve (yalnızca) Bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin. Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir. (Bakara Suresi, 151-153)
Hz. İbrahim, Rabbimizin kendisine bahşettiği nimetlere daima şükreden bir kul olarak, Allah'ın tüm Müslümanlara örnek gösterdiği salih bir mümindir. Nahl Suresi'nde Hz. İbrahim için "O'nun nimetlerine şükrediciydi. (Allah) Onu seçti ve doğru yola iletti." (Nahl Suresi, 121) şeklinde bildirilir.

Kuran ayetlerinde kıssaları haber verilen peygamberlerin ahlaklarına baktığımızda ise, onların her işlerinde her an Allah'a yönelen, Allah'ın nimetlerine sürekli şükreden, Allah'ı tesbih edip, Rabbimizin şanını yücelten iman sahipleri olduklarını görürüz. Peygamberimiz Hz. Muhammed de bir duasında "Hamd Allah'adır, O'na sığınır, O'ndan mağfiret dileriz."15 şeklinde buyurmakta ve hamd etmenin önemine dikkat çekmektedir.
İman sahipleri de Allah'ın mübarek elçilerinin bu şükredici tavırlarını kendilerine örnek almalı, hayatlarının her anında sürekli Allah'a hamd etmelidirler. Allah ayetlerinde şükrün sürekli olması gerektiğini de bizlere haber vermektedir. Bir sıkıntı anında, herhangi bir zorluk ya da hastalıkla karşılaşıldığında, bir haksızlıkla ya da zulümle karşı karşıya gelindiğinde mümin hemen Rabbimize şükretmelidir. Bu gibi olayları da Rabbimizin mutlaka bir hayır ve hikmetle yarattığını görmelidir. Çünkü Allah dünya hayatında her insanı zorluklar ve sıkıntılar karşısında nasıl bir ahlak göstereceğiyle denemektedir. Güzel ahlak gösterenlerin ise, hem dünyada hem de ahirette çok üstün bir karşılık göreceklerini vaat etmektedir. Ayetlerde Rabbimiz şu şekilde bildirir:Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. (Bakara Suresi, 155)
Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 35)
Hz. İbrahim Allah'a Karşı Teslimiyetli Bir Kuldu
Rabbi ona: "Teslim ol" dediğinde, (O:) "Alemlerin Rabbine teslim oldum" demişti. (Bakara Suresi, 131)
"İslam" kelimesi, teslim olmanın da kökü olan "selam" fiilinden türemiştir. Bu nedenle "Müslüman olmak", aynı zamanda "teslim olmak" anlamına gelmektedir. Hz. İbrahim kavmiyle olan tüm mücadelesinde Allah'a derin bir bağlılık ve tam bir teslimiyet göstermiştir. Kavmi ne kadar zorlu olursa olsun, onu ne kadar yıldırmaya çalışırsa çalışsın, İbrahim Peygamber coşkulu imanından kaynaklanan büyük bir şevkle Allah'ın dinini yayma sorumluluğunu sürdürmüştür. Öyle ki, gerektiğinde kavminden ayrılıp hicret etmiş, sahip olduğu herşeyi arkasında bırakmıştır.
İnsanları karanlıklardan nurlara çıkarmak için elçilik makamıyla şereflendirilmiş kutlu elçiler, Allah'ın tüm kainatı ve tüm insanların hayatını bir kader ile yarattığını, yaşadığımız ve yaşayacağımız her olayı ezelde Rabbimizin tespit ettiğini çok iyi bilirler. Bu nedenle de onlar Allah'a teslimiyetli, katıksızca Allah'a yönelen, O'nun emirlerine gönülden boyun eğen mübarek kimselerdir. İman sahipleri de Allah'ın Kuran ayetleriyle haber verdiği kader gerçeğini çok iyi düşünmeli, Allah'ın yarattığı kadere razı ve teslimiyetli olarak yaşamalıdırlar.
Hz. İbrahim Yumuşak Huylu Bir Kuldu
Merhamet sahibi, yumuşak huylu, şefkatli, sevgi dolu ve bağışlayıcı olmak, Allah'ın Kuran ayetlerinde övdüğü mümin özelliklerindendir. Rabbimiz ayetlerinde Hz. İbrahim'in de yumuşak huylu olduğunu haber vermektedir:
... Doğrusu İbrahim, çok duygulu, yumuşak huyluydu. (Tevbe Suresi, 114)
Doğrusu İbrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gönülden (Allah'a) yönelen biriydi. (Hud Suresi, 75)
İman edenler Rabbimize duydukları coşkulu sevginin bir tecellisi olarak, Allah'ın razı olacağı gibi bir kul olmak ve ayetlerde bildirilen güzel ahlaka sahip olmak için çok ciddi çaba sarf ederler. Yumuşak huylu, merhametli ve şefkatli olmak Peygamber Efendimizin hadislerinde de çok sık üzerinde durulan ahlak özellikleridir. Bu hadislerden bazıları şu şekildedir:
Rıfk (yumuşaklık, mülayimlik) bir şeye girdi mi, onu mutlaka tezyin eder, bir seyden de çıkarıldı mı, onu mutlaka kusurlu kılar.16
Kalbinin yumuşamasını sever misin? Yetime merhamet et, onun başını okşa ve ona yediğinden yedir. Kalbin yumuşar. 17
Merhamet edin, merhamet olunasınız. Af edin, af olunasınız...18
Allah refikdir (merhametli ve şefkatli), rıfkı sever ve rıfka mükabil verdiğini başka hiçbir şeyle vermez.19
Allah Kuran'da diğer peygamberlerin de bu üstün vasıflara sahip olduklarını haber verir. Örneğin Medyen halkına elçi olarak gönderilen Hz. Şuayb için kavminin "... Sen gerçekte yumuşak huylu, aklı başında (reşid bir adam)sın" (Hud Suresi, 87) dediği bildirilir.

Hz. İbrahim Allah'ın Emri ile Hidayete Yönelten Bir Önderdi

Allah'ın "Hadi" (hidayet veren) sıfatı bütün peygamberlerde olduğu gibi Hz. İbrahim'de de hayatı boyunca en güzel şekilde tecelli etmiştir. Hz. İbrahim, Allah'ın kendisini şereflendirdiği peygamberlik makamıyla kendi kavmi için hidayet önderi olmuştur. Onları Allah'a bir ve tek olarak iman etmeye davet etmiştir. Aynı şekilde Hz. İbrahim'in soyundan gelen diğer peygamberler de kavimlerini hidayete yönelten önderler olmuşlardır:

Ona (Hz. İbrahim'e) İshak'ı armağan ettik, üstüne de Yakub'u; her birini salihler kıldık. Ve onları, Kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayrı kapsayan-fiilleri, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar Bize ibadet edenlerdi. (Enbiya Suresi, 72-73)
Allah, Kuran'da müminlerin "takva sahiplerine önder olma" yönündeki dualarını şu şekilde haber verir:Ve onlar: "Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacaklar armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl," diyenlerdir. (Furkan Suresi, 74)
Peygamberimiz (sav) de, insanları, en şerefli ve güzel olan yola, Allah'ın yoluna çağırmış, insanların dünyada ve ahirette kurtuluşlarına vesile olmak için çalışmıştır. Enam Suresi'nde Peygamberimiz (sav)'in kavmine yaptığı tebliğ şu şekilde haber verilmektedir:De ki: "Bize yararı ve zararı olmayan Allah'tan başka şeylere mi tapalım? Allah bizi hidayete erdirdikten sonra, şeytanların ayartarak yerde şaşkınca bıraktıkları, arkadaşlarının da: "Doğru yola, bize gel" diye kendisini çağırdığı kimse gibi topuklarımız üzerinde gerisin geri mi döndürülelim?" De ki: "Hiç şüphesiz Allah'ın yolu, asıl yoldur. Ve biz alemlerin Rabbine (kendimizi) teslim etmekle emrolunduk." (Enam Suresi, 71)
Bir hadis-i şerifte en doğru yolun Allah'ın ve Resulü'nün yolu olduğu şöyle belirtilmiştir:
Muhakkak ki, en güzel söz Allah'ın Kitabı'dır. En güzel yol da Muhammed (sav)'in yoludur. 21
Hz. İbrahim'in Duaları
Kuran'da peygamberlerin dualarını haber veren birçok ayet bulunmaktadır. Bu dualar Allah'a yakınlaşmak için vesile arayan Müslümanlara çok hikmetli birer örnektir. Peygamberlerin samimi ve ihlaslı dualarını öğrenmek, bu duaları eden mübarek elçilerin üstün ahlaklarını ve manevi derinliklerini anlamaya çalışmak ve Allah'a aynı samimiyetle dua etmek, insanın Allah'a olan yakınlığının artmasında önemli bir yoldur.
Hz. İbrahim'in Kuran ayetlerinde haber verilen içten duaları da tüm Müslümanlar için çok güzel hikmetler içermektedir. İbrahim Peygamber Allah'ı, "... Şüphesiz Rabbim gerçekten duayı işitendir." (İbrahim Suresi, 39) şeklinde yüceltmiş ve kavmine söylediği şu sözlerle duanın önemine dikkat çekmiştir.
"Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım." (Meryem Suresi, 48)Hz. İbrahim Allah'tan hüküm ve hikmet istemiş, salihlerin arasına katılmak için şöyle dua etmiştir:
"Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat." (Şuara Suresi, 83)
Hz. İbrahim Allah'tan doğruluk dili istemiştir:
"Sonra gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (lisan-ı sıdk) ver." (Şuara Suresi, 84)
Hz. İbrahim ahiret hayatı için şöyle dua etmiştir:
"Beni nimetlerle-donatılmış cennetin mirasçılarından kıl. Babamı da bağışla, çünkü o şaşırıp sapanlardandır. Ve beni (insanların) diriltilecekleri gün küçük düşürme. Malın da, çocukların da bir yarar sağlayamadığı günde. Ancak Allah'a selim bir kalp ile gelenler başka." (Şuara Suresi, 85-89)
Hz. İbrahim Rabbimizden şu şekilde bağışlanma dilemiştir:
"Rabbimiz, inkar edenler için bizi fitne (deneme konusu) kılma ve bizi bağışla Rabbimiz. Şüphesiz Sen, üstün ve güçlüsün, hüküm ve hikmet sahibisin." (Mümtehine Suresi, 5)
"Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni, anne-babamı ve mü'minleri bağışla." (İbrahim Suresi, 41)
Hz. İbrahim kendisinden sonra dini ayakta tutacak salih bir varis istemiştir:
"Rabbim, bana salihlerden armağan et." (Saffat Suresi, 100)
Hz. İbrahim kendi soyu için dua etmiştir:
"Rabbim, beni namazı(nda) sürekli kıl, soyumdan olanları da. Rabbimiz, duamı kabul buyur." (İbrahim Suresi, 40)
Hani İbrahim şöyle demişti: "Bu şehri güvenli kıl beni ve çocuklarımı putlara kulluk etmekten uzak tut." (İbrahim Suresi, 35)
İçinde bulunduğu şehri güvenlikli kılması ve inananları rızıklandırması için Allah'a dua etmiştir:
Hani İbrahim: "Rabbim, bu şehri bir güvenlik yeri kıl ve halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır" demişti de (Allah: "Sadece inananları değil) inkar edeni de az bir süre yararlandırır, sonra onu ateşin azabına uğratırım; ne kötü bir dönüştür o" demişti. (Bakara Suresi, 126)
Bir iş yaparken, Allah'ın bunu kendisinden kabul etmesi için dua etmiştir:
İbrahim, İsmail'le birlikte Ev'in (Kabe'nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): "Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin." (Bakara Suresi, 127)
Allah'tan kendisini ve soyunu O'na teslim kılmasını, ibadet yöntemlerini göstermesini, tevbelerini kabul etmesini istemiştir:
"Rabbimiz, ikimizi sana teslim olmuş kıl ve soyumuzdan Sana teslim olmuş bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin." (Bakara Suresi, 128)
"Rabbimiz, içlerinden onlara bir elçi gönder, onlara ayetlerini okusun, Kitab'ı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırsın. Şüphesiz, Sen güçlü ve üstün olansın, hüküm ve hikmet sahibisin." (Bakara Suresi, 129)
Hz. İbrahim Allah'a samimi bir kalple bağlıdır ve ahiret gününe de kesin bilgi ile iman etmektedir. Bu sebeple dualarındaki ihlası, samimiyeti, teslimiyeti açıkça hissedilmektedir. Müminler de Rabbimize dua ederlerken kendilerine Hz. İbrahim'in Allah'a olan derin bağlılığını, samimiyetini ve ihlasını örnek almalı, tek dost ve yardımcı olarak sadece Rabbimize yönelmelidirler.

Hz. İbrahim'in Vasiyeti

Rabbimiz Hz. İbrahim'i Kuran'da, Allah'ı birleyen bir muvahhid olarak bizlere tanıtır:
Hani İbrahim babasına ve kendi kavmine demişti ki: "Şüphesiz ben, sizin taptıklarınızdan uzağım. Beni Yaratan başka. İşte O beni hidayete yöneltip-iletecektir."
Ve bunu (bu tevhid inancını) belki (insanlar Allah'a) dönerler diye ardında kalıcı bir kelime olarak kıldı-bıraktı. (Zuhruf Suresi, 26-28)
Hz. İbrahim'in tüm iman sahiplerine bıraktığı bu miras tevhid inancıdır. Allah'ın mübarek elçisinin bu mirası, onun sadece Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için yaşadığını, sadece Allah'ı dost ve vekil edindiğini ve sadece Allah'tan korkup sakındığını bizlere göstermektedir. Hz. İbrahim, hayatı boyunca Allah'ı birleyerek ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmadan yaşamayı kavmine tebliğ etmiştir. Bakara Suresi'nde Hz. İbrahim'in vasiyeti şöyle haber verilir:
Rabbi ona: "Teslim ol" dediğinde (O:) "Alemlerin Rabbine teslim oldum" demişti. Bunu İbrahim, oğullarına vasiyet etti, Yakup da: "Oğullarım, şüphesiz Allah sizlere bu dini seçti, siz de ancak Müslüman olarak can verin" (diye benzer bir vasiyette bulundu.) (Bakara Suresi, 131-132)Hz. İbrahim'in hidayet önderliği soyunda da devam etmiş; oğulları Hz. İsmail ve Hz. İshak, torunu Hz. Yakup ve onun oğlu Hz. Yusuf ve onları izleyen aynı soydan gelen diğer mübarek elçiler de insanları din ahlakını yaşamaya hikmetli öğütlerle ve vakarla davet etmeyi sürdürmüşlerdir. Kuran'da Hz. Yakub'un vasiyeti haber verilirken Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
Yoksa siz, Yakub'un ölüm anında, orada şahidler miydiniz? O, oğullarına: "Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?" dediğinde, onlar: "Senin ilahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilahı olan tek bir ilaha ibadet edeceğiz; bizler O'na teslim olduk" demişlerdi. (Bakara Suresi, 133)
Hz. İbrahim'in ardından gelen diğer peygamberler de kendi soylarına aynı vasiyette bulunmuşlar, Allah'a gönülden teslim olmalarını ve Müslümanlar olarak ölmelerini öğütlemişlerdir. Her kim Hz. İbrahim'in vasiyetine uyarsa ve sadece Allah'a kulluk edip, tüm hayatını O'nun rızası için sürdürürse, Allah'ın hoşnutluğunu ve sonsuz mutluluk yurdu olan cenneti umabilir.







07- Kütüb-i Sitte, Prof. Dr. İbrahim Canan, 688308- Kitabı Mukaddes, Yakub 2: 20-2309- Kütüb-i Sitte, Prof. Dr. İbrahim Canan, 2. cilt, 23610- Ramuz El-Ehadis, Musannif Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, Mütercim: Abdülaziz Bekkine, cilt 2, s. 39711- Ramuz El-Ehadis, Musannif Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, Mütercim: Abdülaziz Bekkine, cilt 2, s. 44712- İmam Nevevi, Riyaz'üs-Salihin, cilt 1, s. 16613- Ramuz El-Ehadis, Musannif Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, Mütercim: Abdülaziz Bekkine, 1. cilt, 91-1314- Ramuz El-Ehadis, Musannif Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, Mütercim: Abdülaziz Bekkine, cilt 2, s. 30515- Kütüb-i Sitte, Prof. Dr. İbrahim Canan, Ebu Davud, cilt 9, s. 20316- Kütüb-i Sitte, Prof. Dr. İbrahim Canan, cilt 7, s. 29217- Ramuz El-Ehadis, Musannif Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, Mütercim: Abdülaziz Bekkine, cilt 1, 11-918- Ramuz El-Ehadis, Musannif Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, Mütercim: Abdülaziz Bekkine, 1. cilt, 70-1019- Kütüb-i Sitte, Prof. Dr. İbrahim Canan, 7. cilt, s. 29320- İncil, Resullerin İşleri, 7/2-21- Buhari, I'tisam 2, Ebed 70; Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 2. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 338

Hz. İbrahim'in Kabe'yi İnşa Etmesi

Allah Kuran'da Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İsmail ile birlikte Kabe'yi inşa ettiğini bildirmektedir. Arabistan'ın Mekke kentinde bulunan Kabe, insanların sadece Allah'a ibadet etmek için kullanacakları bir mekan olarak inşa edilen ilk yapıdır. Allah, "insanlar için ilk kurulan ev" olan Kabe'de "Hz. İbrahim'in makamı"nın bulunduğunu şöyle bildirir:
Gerçek şu ki, insanlar için ilk kurulan Ev, Bekke (Mekke) de, o, kutlu ve bütün insanlar için hidayet olan (Ka'be)dir. Orada apaçık ayetler (ve) İbrahim'in makamı vardır. Kim oraya girerse, o güvenliktedir. Ona bir yol bulup güç yetirenlerin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim de inkâr ederse, şüphesiz, Allah alemlere karşı muhtaç olmayandır. (Al-i İmran Suresi, 96-97)
Hz. İbrahim, Allah'ın kendisine verdiği Kabe'yi inşa görevini, oğlu Hz. İsmail ile birlikte yerine getirmiştir. Allah Kuran'da, bu konuda Hz. İbrahim'e şöyle vahiyde bulunduğunu bildirmiştir:Hani Biz İbrahim'e Ev'in (Kabe'nin) yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) "Bana hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükua ve sücuda varanlar için Evimi tertemiz tut. İnsanlar içinde haccı duyur; gerek yaya, gerekse uzak yollardan gelen yorgun düşmüş develer üstünde sana gelsinler. Kendileri için birtakım yararlara şahid olsunlar ve kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde Allah'ın adını ansınlar. Artık bunlardan yiyin ve zorluk çeken yoksulu da doyurun. (Hac Suresi, 26-28)
Allah Hz. İbrahim'e Kabe'nin temizlenmesini emretmiştir. Bu, fiziksel bir temizlik olabileceği gibi, manevi anlamda da bir temizlik olabilir. Dolayısıyla bu ayetle Allah Kabe'nin hem fiziksel anlamda hem de manevi anlamda (şirkten ve Allah'tan başkalarına tapan müşriklerin kirinden) temizlenmesini emretmiştir. Allah bir diğer ayette, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail'in Kabe'yi inşa görevlerini şöyle bildirmektedir:İbrahim, İsmail'le birlikte Ev'in (Ka'be'nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): "Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin" (Bakara Suresi, 127)

Hz. İbrahim ve Hz. İsmail Kabe'yi inşa ederlerken, yani fiili bir iş ve ibadet yaparlarken sürekli Rabbimize dua etmişlerdir. Peygamberlerin bu güzel özelliğini örnek alarak Allah'a her konuda dua edebilir, bir iş yaparken de Allah'tan yardım dileyebilir, O'nu zikir ve tesbih edip yüceltebiliriz. Çünkü Allah, insanın gizlisinin gizlisini bilen, onu her an işiten, gören ve her yaptığından haberdar olandır. Müminler Allah'ın bütün dualarına icabet edeceğini bilir ve dua etmeyi Allah'a yakınlaşmak için bir vesile olarak görürler. Kimi zaman bazı insanlar sadece belirli zamanlarda, belirli yerlerde dua edebileceklerini zannederek duayı belli bir şekile sokmaya çalışırlar. Oysa peygamberlerin Kuran'da haber verilen duaları da bize göstermektedir ki, mümin bir iş yaparken de, yatarken de, otururken de içinden Allah'a dua edebilir, her zaman Allah'a yönelebilir. Bunun için hiçbir kural yoktur. İnsan her an Allah'a yönelebilir, her an O'nu kalben anıp, en güzel isimleri ile Rabbimizi yüceltebilir.
Hz. İbrahim ile Hz. İsmail de Kabe'yi inşa ederlerken ettikleri dualarının sonunda Allah'ı yüceltmişlerdir. İki peygamber de Allah'tan istediklerini sözle ifade ettikten sonra, O'nun herşeyi bildiğini, işittiğini dile getirip Allah'ı övmüşlerdir. Bu da göstermektedir ki, dua sırasında da Allah'ı sıfatları ile anmak ve O'na bu sıfatlarla dua etmek makbuldür. Nitekim Allah bir ayetinde şöyle buyurur:
İsimlerin en güzeli Allah'ındır. Öyleyse O'na bunlarla dua edin. O'nun isimlerinde 'aykırılığa (ve inkara) sapanları' bırakın. Yapmakta oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır. (Araf Suresi, 180)
Peygamberler gibi müminlerin de Allah'ın büyüklüğünü, herşeyi gördüğünü, işittiğini, herşeye güç yetirdiğini, hüküm ve hikmet sahibi olduğunu dile getirerek Allah'ı anmak bir mümin alametidir. Kuran'da peygamberlerin dualarıyla ilgili pek çok ayet, müminlerin nasıl dua edeceklerine dair yol gösterici olmaktadır.

Hz. İbrahim ve Oğlunun Kurban İmtihanı

Allah'ın Hz. İbrahim kıssasında haber verdiği olaylardan biri de kurban olayıdır. Hz. İbrahim'in ve oğlu Hz. İsmail'in başından geçen bu denemeyi Rabbimiz ayetlerde şu şekilde haber verir:
Biz de onu halim bir çocukla müjdeledik. Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): "Oğlum" dedi. "Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun." (Oğlu İsmail) Dedi ki: "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah, beni sabredenlerden bulacaksın." Sonunda ikisi de (Allah'ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası, İsmail'i kurban etmek için) onu alnı üzerine yatırdı. Biz ona: "Ey İbrahim" diye seslendik. "Gerçekten sen, rüyayı doğruladın. Şüphesiz Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz." Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı. Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik. (Saffat Suresi, 101-107)
Allah yukarıdaki ayetlerde Hz. İbrahim'i nasıl bir denemeden geçirdiğini bizlere aktarmaktadır. İslam alimleri de bu ayetleri genelde aynı şekilde tefsir ederler. Örneğin Elmalılı Hamdi Yazır, Kuran-ı Kerim tefsirinde, Hz. İbrahim'in rüyasında gördüklerinin bir vahiy olduğunu, bu vahyin yerine getirilmesinin ise bir emir olduğunu belirtmektedir. Ayetlerin devamını ise şu şekilde açıklamaktadır:
... Bunun üzerine onu zorla yapmaya kalkışmayıp, önce yerine getirilme şeklini istişare etmek üzere böyle görüşünü sorarak tebliğ etti ki, bununla ilk önce onun itaat ve boyun eğmekle ecir ve sevaba ermesini temin etmek istedi. Düşünmeli, bunu söylerken "Ey yavrucuğum!" diye hitap eden bir babanın kalbinde ne yüksek bir şefkat duygusu çarpıyor ve ona ne kadar büyük bir vazife aşkı, Allah sevgisi hakim bulunuyordu... İşte bunun böyle İlâhî bir emir olduğunu anlayan ve Allah'ın sabredenlerle beraber olduğunu bilen o yumuşak huylu oğul "Ey babacığım!" dedi, "Ne emrolunuyorsan yap. Beni inşaallah sabredenlerden bulacaksın."5
Ömer Nasuhi Bilmen'in tefsirinde Hz. İbrahim ve oğlunun başından geçen bu deneme şu şekilde izah edilmektedir:
Hazret-i İbrahim de oğlu da Allah-u Teala'nın emrine itaat edip teslimiyet gösterdiler ve İbrahim Aleyhisselam oğlunu (alnının bir yanı üzerine yatırdı) onu boğazlamak için öyle bir vaziyete bulundurdu... Onun rahmani bir rüya olduğunu anlayarak emr olunduğun vazifeyi yapmaya azmettin, sabrın, emri İlahi'ye itaatin tezahür etmiş oldu. Artık Hak Teala lütfetmiş, o oğlun yerine bir kurban hayvanının kesilmesini emir eylemiş, Hazreti İbrahim'i, öyle bir fedakarlıktan kurtarmıştır. 6Ayetlerden ve tefsirlerden Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail'in Allah'a olan kalpten itaatleri, teslimiyetleri ve gönülden bağlılıkları açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu üstün ahlak tüm iman edenlere çok güzel bir örnek, eşsiz bir rehberdir. Bu nedenle tüm iman edenler onların yolunu izlemeli ve Allah'ın ayetlerini uygulamadaki titizlikleri, zorluk ya da sıkıntılar karşısındaki tavizsiz tavırları, sabırlı ve tevekküllü kişilikleriyle tanınmalıdırlar. Allah Saffat Suresi'nin devamında şu şekilde bildirir:
Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık. İbrahim'e selam olsun. Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz. Şüphesiz o, Bizim mü'min olan kullarımızdandır. (Saffat Suresi, 108-111)


05- Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, http://www.kuranikerim.com/telmalili/saffat.htm06- Ömer Nasuhi Bilmen, Kuran-ı Kerim'in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri, cilt 9, s. 2994

Hz.İbrahim'in Tebliğindeki Hikmetler

İnsanlara Soru Yöntemiyle Doğru Olanı Göstermek
Hz. İbrahim şirk koşan kavmine, taptıkları putların hiçbir şeye güç yetiremeyeceklerini soru sorarak düşündürtmüştür:
... Sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz? (Enbiya Suresi, 66)
Soru sormak, insanların kendi mantıklarını kullanarak içinde bulundukları durumu fark etmelerini sağlamaktadır. Bu çok önemli bir tebliğ yöntemidir. Allah'ı inkar eden insanlar samimi ve hikmetli sorular karşısında çok büyük bir hezimete uğrarlar. Çünkü Allah'ın varlığı apaçık delillerle ortadadır. Allah'ın dininden yüz çevirerek ve Allah'ı unutarak bir hayat kurmanın büyük bir aldanış olacağı açıktır. Akıl ve vicdan sahibi olan insanlar Allah'ın sonsuz güç ve kudretini kavrar, O'nun herşeye güç yetirdiğini, sonsuz ilim ve hikmet sahibi olduğunu bilir ve tüm hayatlarını Allah'ın rızası üzerine kurarlar. Şeytanın etkisiyle bu gerçekleri düşünmeyen, gaflet içerisindeki insanları uyandırmanın etkili bir yolu ise, onları bu gaflet uykusundan uyandıracak, dikkatlerini açacak sorular sormaktır. Nitekim Allah Kuran'ın pek çok ayetinde, insanları çeşitli sorularla düşünmeye davet etmektedir:
Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık onu tuzlu kılardık; şükretmeniz gerekmez mi? Şimdi yakmakta olduğunuz ateşi gördünüz mü? Onun ağacını sizler mi inşa ettiniz (yarattınız), yoksa onu inşa eden Biz miyiz? Biz onu hem bir öğüt ve hatırlatma (konusu), hem ihtiyacı olanlara bir meta kıldık. Şu halde büyük Rabbini ismiyle tesbih et. (Vakıa Suresi, 68-74)
Müminler din ahlakını anlatırken karşılarındaki kişinin durumuna, şuurunun açıklığına ve vicdanlı davranıp davranmamasına göre birçok yöntem deneyebilirler. Eğer tebliğ yapılan kişi Allah'ın ayetlerine karşı duyarlı, vicdanı açık bir kişiyse, Allah'ın izniyle din ahlakını kavraması çok kolay olur. Fakat Hz. İbrahim'in karşısındakiler gibi kibirli ve zalim bir topluluk ise, bu durumda onları bir şekilde "uyandırmak", gaflet halinden çıkarmak, fikren sarsmak gereklidir. Böyle insanlar kibirlerinden dolayı doğruları göremeyecek, görseler de kabul etmeyecek bir şuursuzluk içerisindedirler. İnatla kendi inançlarının doğruluğunu savunur ve farklı bir fikri dinlemeye bile tahammül edemezler. İşte böyle bir durumda karşı tarafın savunduğu fikri çürütmek için o kişiye sorular sormak, en hikmetli ve en çabuk sonuç verecek yöntemlerden biridir. Böylece kişi kendi savunduğu sapkın inancında çelişkiye düşecektir. Ve kendi akılsızlığına, batıl ve sapkın bir inanca nasıl saplandığına bizzat kendisi şahit olacaktır.
Soru sormanın bir diğer önemi de karşı tarafın anlatılanlar üzerinde düşünmekten kaçmasını engellemektir. Çünkü insan, Kuran'da belirtildiği üzere tartışmaya açık bir varlıktır. Dolayısıyla farklı bir fikrin anlatılması karşısında, birçok kişi genellikle karşı saldırıya geçip kendi fikrini savunmaya çalışacaktır. Bu verimsiz tartışmayı engellemenin bir yöntemi, soru sormak ve böylece kişiyi kendi fikrini sorgulamaya yöneltmektir. Şeytan, insanların Allah'ın, ahiret gününün, cennet ve cehennemin varlığı gibi önemli konular üzerinde düşünmelerini engellemek istediğinden, onları daima gerçeklerden kaçacakları bir tavra yöneltmeye çalışır. Soru yöntemi bu gibi kişilere karşı kullanılabilir ve söz konusu kişilerin Allah'ın varlığı, dünya hayatının amacı, ölümden sonra neler olacağı, hesap günü gibi belki de daha önce hiç düşünmedikleri gerçekler üzerinde düşünmeleri sağlanabilir.

Tebliğde Cesur ve Açık Sözlü Davranmanın ÖnemiHz. İbrahim Allah'ın hidayet verdiği ve insanları iman etmeye çağırmakla görevlendirdiği kutlu bir elçisidir. O, her elçi gibi insanları doğru yola, Allah'ın rızasını kazanmaya, ahiret için yaşamaya ve güzel ahlaklı olmaya çağırmıştır. Elçilerin bu davetleri sırasında kullandıkları yöntemler, konuları anlatış şekilleri, üslupları her Müslümana örnek olmalı, her Müslüman insanları din ahlakına davet ederken bu mübarek insanlar gibi konuşmalı ve davranmalıdır.
Peygamberlerin Allah'a iman etmeye ve daha önceki sapkın inançlarını terk etmeye davet ettikleri toplumlar genellikle söz anlamayan azgın insanlardan oluşmaktadır. Ancak Rabbimizin Peygamberimiz (sav)'e "Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi doğru bir istikamet tuttur..." (Şura Suresi, 15) ayetiyle de emrettiği gibi, tüm elçiler tebliğlerinde Allah'ın razı olacağı şekilde davranmışlar ve üstün bir ahlak göstermişlerdir. Hz. İbrahim'in karşısında da atalarının batıl dinine son derece bağlı olan tartışmacı bir kavim vardır. Hz. İbrahim onlara şirk sisteminin saçmalığını gösterdiği halde, kendisiyle tartışmaya girmişlerdir:
Kavmi onunla çekişip-tartışmaya girdi. Dedi ki: "O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle Allah konusunda çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin O'na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak Allah'ın benim hakkımda bir şey dilemesi başka. Rabbim, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? Hem siz, O'nun haklarında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah'a ortak koşmaktan korkmazken, ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan korkarım? Şu halde 'güvenlik içinde olmak bakımından' iki taraftan hangisi daha hak sahibidir? Eğer bilebilirseniz." İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir. Bu, İbrahim'e, kavmine karşı verdiğimiz delilimizdir. Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz senin Rabbin, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir. (Enam Suresi, 80-83)
Hz. İbrahim'in tebliğinde en dikkat çeken hususlardan biri de samimiyeti ve açık sözlülüğüdür. Allah'ın varlığını anlatırken karşısındaki kişilerin vicdanlarına yönelik, etkili söz söylemektedir. Onları açıkça uyarmakta, sadece Allah'tan korkmaya davet etmektedir. Bu ise, onlara ve ortak koştukları putlarına karşı ne denli cesur, dirayetli ve karalı olduğunu göstermektedir. Hz. İbrahim, kavminin inancının sapkınlığını, saçmalığını samimi bir anlatım ve etkileyici üslupla ifade etmektedir. Bu, Allah'ın Kuran'da iman edenlere bildirdiği bir emridir:
İşte bunların, Allah kalplerinde olanı bilmektedir. O halde sen, onlardan yüz çevir, onlara öğüt ver ve onlara nefislerine ilişkin açık ve etkileyici söz söyle. (Nisa Suresi, 63)
Kavminin tümü kendisine karşı iken, Hz. İbrahim'in Allah'a olan derin imanından kaynaklanan şevki ve kararlılığı, çarpıcı, samimi ve akılcı üslubu her vicdanlı insanı etkileyecek bir tavır üstünlüğüdür. Ancak kavmi, hiçbir sözü anlamaya yanaşmayan cahil bir topluluk olduğu için, Hz. İbrahim bundan sonra başka yöntemler denemiştir. Onların tartışmacı üsluplarına Allah'ın ayetlerinde de bildirdiği gibi, en güzel şekilde karşılık vermiştir. Allah bir ayette iman edenlere şu şekilde emretmektedir:
Eğer seninle çekişip-tartışırlarsa, de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte, kendimi Allah'a teslim ettim." Ve kitap verilenlerle ümmilere de ki: "Siz de teslim oldunuz mu?" Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidayete ermişlerdir. Fakat yüz çevirdilerse, artık sana düşen yalnızca tebliğ(etmek)dir. Allah, kulları hakkıyla görendir. (Al-i İmran Suresi, 20)Planlı Davranmak ve Aşamalı Olarak Düşünmek
Önceki bölümde de üzerinde durduğumuz gibi Hz. İbrahim, kavmini Allah'a iman etmeye davet ederken türlü planlar yapmış ve çok farklı yöntemler izlemiştir. Bu yöntemlerden biri de, olası tehlikeleri ve alabileceği tepkileri düşünerek önceden çeşitli önlemler almaktır. Kuran'da peygamberlerin Allah'ın vücutça ve ilimce desteklediği, üstün bir hikmet, anlayış ve kavrayış yeteneği verdiği, Allah'ın ilhamıyla çok akılcı ve etkili tedbirler alan, basiret sahibi kullar oldukları haber verilmektedir. Hz. İbrahim'de de bu üstün özellikler en kamil şekilde ortaya çıkmaktadır. O, Allah'ın kendisine verdiği sorumluluğu en güzel şekilde yerine getirmiş, insanları hidayet yoluna davet etmek için elindeki tüm imkanları sonuna kadar kullanmıştır.
Hz. İbrahim'in karşısında çok kalabalık bir topluluk vardır. Üstelik bu topluluk onu öldürmekle, taşlamakla ve yurdundan sürmekle tehdit etmektedir. Hz. İbrahim ise, kendisine türlü tuzaklar kurmaya çalışan bu müşrikleri mutlaka yanından uzaklaştırmak istemektedir. Bunun için de onlara "hastayım" demiştir:

Hani babasına ve kavmine demişti ki: "Sizler neye tapıyorsunuz? Birtakım uydurma yalanlar için mi Allah'tan başka ilahlar istiyorsunuz? Alemlerin Rabbi hakkındaki zannınız nedir?" Sonra yıldızlara bir göz attı. "Ben, doğrusu hastayım" dedi. Böylelikle arkalarını çevirip ondan kaçmaya başladılar. (Saffat Suresi, 85-90)
Hz. İbrahim'in, söylediği sözle inkarcıları yanından uzaklaştırması son derece hikmetli ve akılcı bir tavırdır. Çünkü onun hasta olduğunu duyan kişiler, kendilerince bir zarar görmemek için ondan uzaklaşmış, böylece Hz.İbrahim'e bir zarar verememişlerdir. Bu şekilde yalnız kalan Hz. İbrahim, putları kırmak için de zaman kazanmıştır. Eğer böyle birşey söylememiş olsa, inkarcı kavmi yanından ayrılmayacak, o da putları kırıp tuzak hazırlama imkanı bulamayabilecekti. Hz. İbrahim'in insanları şirk gibi bir günahtan arındırmak için gösterdiği bu ince plan, onun Allah korkusu, Allah sevgisi ve iman gücüyle hareket ettiğinin en güzel örneklerindendir. Allah'ın kendisine verdiği tebliğ sorumluluğunu yerine getirmek için çok büyük bir cesaret ve kararlılıkla, hiçbir zorluk karşısında yılmadan gayret etmiştir. İnsanlardan hiçbir karşılık beklememiş, kötülüklere iyilikle karşılık vermiş, bunları yaparken de sadece Allah'ın rızasını hedeflemiştir.
Kuran'da "bir şeyi kusurlu göstererek zalimlerin elinden kurtarma" ile ilgili bir örnek daha verilmektedir: Bu örneklerden biri, Hz. Musa ile birlikte yolculuk eden Hz. Hızır kıssasında yer alır. Ayetler şu şekildedir:
Böylece ikisi yola koyuldu. Nitekim bir gemiye binince, o bunu (gemiyi) deliverdi. (Musa) Dedi ki: "İçindekilerini batırmak için mi onu deldin? Andolsun, sen şaşırtıcı bir iş yaptın." (Kehf Suresi, 71)
"Gemi, denizde çalışan yoksullarındı, onu kusurlu yapmak istedim, (çünkü) ilerilerinde, her gemiyi zorbalıkla ele geçiren bir kral vardı." (Kehf Suresi, 79)Allah'ın özel bir ilimle desteklediği kutlu bir kulu olan Hz. Hızır'ın gemiyi delişinde de çok büyük bir akıl, basiret ve ileri görüşlülük dikkati çekmektedir. Ayetlerde Hz. Hızır'ın Allah'a güçlü imanıyla, tevekkülü, teslimiyeti ve daha birçok özelliğiyle övülen, her hareketi hayır ve hikmet üzere olan bir kul olduğu bildirilmektedir. Hz. Hızır bir gemiyi delmiştir ve bunu yaparken çok önemli birkaç amacı vardır. İleride bu gemidekilere ve gemiye zarar verecek zorba bir kral olduğunu bilmekte, merhametiyle hemen yoksulların yardımına koşmaktadır. Onların sıkıntı içine düşmelerini, zorba kimselerden zulüm görmelerini engellemek istemiştir. O nedenle de yoksulluk ve ihtiyaç içinde olan bu insanları korumak için hemen gemilerinde bir delik açmış, böylece gemiyi eksik ve kusurlu göstererek zalimlerin elinden kurtarmıştır. Bu arada gemiyi makul ölçülerde, tekrar tamir edildiğinde kolayca kullanılabilecek şekilde tahrip etmiştir. Böylece gemiyi gören kişi kusurlu zannedecek ve el koymaktan vazgeçecektir. Ancak müminler, zorba kişilerin mallarını gasp etme tehlikesi ortadan kalktıktan sonra gemiyi kolaylıkla yeniden tamir edip, kullanılabilecek hale getireceklerdir.
Ayetlerin devamında Hz. Hızır Allah'ın emirlerini tereddütsüz uygulayan, merhamet ve şefkatiyle dikkat çeken, iman edenlere düşkünlüğü ve yardımseverliğiyle tanınan, sabrı ve kararlılığıyla övülen hikmet sahibi bir kul olduğu anlatılmaktadır. (Detaylı bilgi için bkz. Kehf Suresi'nden Ahir Zamana İşaretler, Harun Yahya)
Hz. İbrahim de inkarcı kavimle mücadele ederken kurduğu bir plan gereği, kavminin bir ilah olarak görüp, taptıkları putların hepsini kırmış, ancak bir tanesini sağlam bırakmıştır. Bunu gören insanlar Hz. İbrahim'i putları kırmakla suçlamış ve onu kendilerince cezalandırmak istemişlerdir. İşte Hz. İbrahim'in inkar edenlere yönelik hazırladığı plan -daha önce de belirttiğimiz gibi- burada ortaya çıkmaktadır:
"Hayır" dedi. "Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin." (Enbiya Suresi, 63)

Hz. İbrahim'in bu cevabıyla, taştan, tahtadan putların tüm kainatı yönlendirdiğine, canlılar üzerinde hakim olduğuna inanan putperest kavmi çok büyük bir çıkmaza girmiş, küçük düşmüş, hiçbir cevap verememiştir. Çünkü bu putların hiçbir güçü olmayan, cansız, taş ve tahta parçalarından heykeller oldukları açıktır. Bu apaçık gerçeği kabul etmekten başka çareleri olmadığı ortadadır. Ancak vicdanen ve kalben inandıkları bu gerçekleri açıkça söyleyemezler. Bunu yapmalarının nedenlerinden biri ise Allah'ın Kuran'da da bildirdiği gibi "zulüm ve büyüklenmeleri"dir. (NemlSuresi, 14)
Hz. İbrahim'in tebliğinde vurgulanacak bir diğer önemli konu ise, onun yeni bir anlatıma başlamadan önce, kavminin tüm çarpık inançlarını tamamen ortadan kaldırmış olmasıdır. Allah Hz. İbrahim'e çok büyük bir hikmet, üstün bir anlayış ve tebliğ gücü vermiştir. Kavmini Allah'a iman etmeye davet ederken en hikmetli, en etkili ve en akılcı üslubu kullanmıştır. Allah'ın ilhamıyla kavminin çarpık dinini tamamen ortadan kaldırmış, şirk dininin ne kadar büyük bir yanılgı ve sapkınlık olduğunu en etkili şekilde ortaya koymuştur. Böylece Rabbimizin insanlara uyarıcı-kurtarıcı olarak gönderdiği ve alemlere üstün kıldığı bu mübarek elçisi, Allah'ın izniyle, batıl bir anlayışın yerine Allah'ın varlığına, O'nun üstün güç ve kudretine iman etmeye dayalı, hak olan bir bakış açısı yerleştirmiştir.
Hz. İbrahim'in, kavmini Allah'ın vahyiyle hidayete davet ederken izlediği bu hikmetli yol, tüm Müslümanların din ahlakını anlatırken örnek alabilecekleri çok önemli bir rehberdir. Hz. İbrahim'in kavmine yapmış olduğu bu tebliğ, bir topluluğu Allah'a iman etmeye davet ederken, önce o topluluğun sahip olduğu putperest dinin çelişkilerini ve çıkmazlarını ortaya koymanın son derece hikmetli ve etkili bir yol olduğunu göstermektedir. Böylelikle inançlarının çürük bir temele dayandığını gören insanların, hak dinin üstünlüğünü kavramaları, Allah'ın tüm kainatı yoktan yarattığını, sonsuz güç ve kudret sahibi olduğunu ve tüm varlıkları sarıp kuşattığını görebilmeleri -Allah'ın dilemesiyle- çok daha kolay olacaktır.

Hz. İbrahim'e Gelen Elçiler

Allah'ın Hz. İbrahim'e verdiği en büyük nimetlerinden biri onu melekleri ile desteklemesidir. Rabbimizin Kuran'da haber verdiğine göre, Hz. İbrahim'e insan suretinde gelen melek elçiler onun evinde konuk olmuşlardır:
Sana İbrahim'in ağırlanan konuklarının haberi geldi mi? Hani, yanına girdiklerinde: "Selam" demişlerdi. O da: "Selam" demişti. "Yabancı bir topluluk." (Zariyat Suresi, 24-25)
Andolsun, elçilerimiz İbrahim'e müjde ile geldikleri zaman; "Selam" dediler. O da: "Selam" dedi (ve) hemen gecikmeden kızartılmış bir buzağı getirdi. (Hud Suresi, 69)
Görüldüğü gibi Hz. İbrahim, gelen konukların farklı kişiler olduklarını hemen anlamıştır. Buna karşın hiç tanımadığı bu konuklarına karşı çok üstün bir misafirperverlik örneği göstermiş, hemen çok güzel ikramlarda bulunmuştur. Hz. İbrahim'in tanımadığı misafirlerine hemen ikramda bulunması, onun üstün ahlakının bir tecellisidir. İkramın, misafirlerden bir talep gelmeden yapılması, Müslümanların örnek almaları gereken ince düşünce özelliklerinden biridir. Hz. İbrahim'in gösterdiği ince düşünce örneklerinden bir diğeri de, bu ikramı sezdirmeden hazırlamasıdır:
Hemen (onlara) sezdirmeden ailesine gidip, çok geçmeden semiz bir buzağı ile geldi. Derken onlara yaklaştırıp (ikram etti); "yemez misiniz?" dedi. (Zariyat Suresi, 26-27)
Hz. İbrahim konuklarına aç olup olmadıklarını sormamış, dahası bir yemek hazırlığı yaptığını dahi onlara fark ettirmemiştir. Çünkü insanın evine gelen bir misafir yemek yeme ihtiyacı olduğunu söylemekten mahçup olabilir ve izzet-i nefsinden dolayı bunu dile getiremeyebilir. Hz. İbrahim'in yemeği sezdirmeden hazırlatması, misafirlere duyulan saygının ve ilginin bir göstergesidir.
Hz. İbrahim konuklarına "semiz, kızartılmış bir buzağı" ikram etmiştir. Bu da sunulan yemeğin son derece lezzetli ve güzel olduğunu göstermektedir. Onlara olabilecek en leziz, en taze ve en zevk veren yiyeceklerden birini hazırlamıştır. Hz. İbrahim'in, ikramda bulunurken "yemez misiniz" diye sorması da, yine Allah'ın tüm insanlara örnek kıldığı bu kutlu elçisinin üstün ahlakının ve ince düşünceli tavrının çok güzel örneklerindendir.
Elçilerin Getirdiği Müjdeler
Hz. İbrahim'in konukları, onun kendilerine sunduğu yiyeceklerden yememişlerdir:
Ellerinin ona uzanmadığını görünce (İbrahim durumdan) hoşlanmadı ve içine bir tür korku düştü. Dediler ki: "Korkma. Biz Lut kavmine gönderildik." (Hud Suresi, 70)
Konuklarına çok sıcak davrandığı ve onlara ikramda bulunduğu halde, onların ikram edilen yemekleri yememeleri, Hz. İbrahim'e ortada bir olağanüstülük olduğunu göstermiştir. İnsan suretinde kendisine gelmiş olan bu melekler, kuşkusuz çok nezih ve asil bir ahlak sergilemişlerdir. Nitekim Hz. İbrahim de onların çok kıymetli misafirler olduklarını hemen teşhis ettiği için kendilerine karşı son derece misafirperver davranmıştır. Elçiler, buna karşılık kendi kimliklerini açıklamışlar ve sonra da Hz. İbrahim'i salih bir çocukla müjdelemişlerdir:
Yanına girdiklerinde "Selam" demişlerdi. O da: "Biz sizden korkmaktayız" demişti. Dediler ki: "Korkma biz sana bilgin bir çocuk müjdelemekteyiz." (Hicr Suresi, 52-53)
Elçilerin bu müjdesi karşısında Hz. İbrahim ve hanımı şaşırmışlardır. Çünkü her ikisinin yaşı da oldukça ilerlemiştir. Üstelik Hz. İbrahim'in hanımının da çocuğu olmamaktadır. Elçilerin bu müjdesine karşılık Hz. İbrahim onlara şu sözlerle karşılık vermiştir:
Dedi ki: "Bana ihtiyarlık gelip-çökmüşken mi müjdeliyorsunuz? Beni ne ile müjdelemektesiniz?" Dediler ki: "Seni gerçekle müjdeledik; öyleyse umut kesenlerden olma." (Hicr Suresi, 54-55)
Karısı ayaktaydı, bunun üzerine güldü. Biz ona İshak'ı, İshak'ın arkasından da Yakub'u müjdeledik. "Vay bana" dedi (kadın). "Ben kocamış bir kadın iken ve şu kocam da bir ihtiyar iken doğuracak mıyım? Gerçekten bu, şaşırtıcı bir şey!.." (Hud Suresi, 71-72)
Bu, Hz. İbrahim için büyük bir mucizenin haberiydi. Elçilerin bu haberine çok şaşıran Hz. İbrahim'in eşi, hayretle kendisinin nasıl doğum yapacağını sorduğunda, elçiler onun bu sorusuna, "... Öyle. Senin Rabbin buyurdu. Çünkü O, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir." (Zariyat Suresi, 30) diye cevap vermişlerdir. Allah başka bir ayetinde de, Hz. İbrahim ve eşinin bu emre şaşırmamaları gerektiğini bildirmiştir:
Dediler ki: "Allah'ın emrine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir, ey ev halkı şüphesiz O, övülmeye layık olandır, Mecid'tir." (Hud Suresi, 73)
Elçiler, Hz. İbrahim'e ayrıca şöyle bir hatırlatmada da bulunmuşlardı:
Dediler ki: "Seni gerçekle müjdeledik; öyleyse umut kesenlerden olma." (Hicr Suresi, 55)

Allah'tan umut kesmek, dinden uzak yaşayan insanlara ait bir ruh halidir. Bu insanlar birtakım beklentileri yerine gelmediğinde ümitsizliğe kapılır ve isteklerinin hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğine inanırlar. Bu, onların Allah'ı gereği gibi takdir edemediklerini gösterir. Hz. İbrahim ise daima Allah'tan ümitvar olarak güzel ahlak özelliği göstermiştir.
Mümin, Allah'ın gücünün farkında olarak, herşeyi Allah'tan ister ve ümitvar olur. Unutulmamalıdır ki, sebepleri ve bunlara bağlı olarak doğan sonuçları yaratan, dünya üzerindeki kanunları koyan Allah'tır. Allah eğer bir şeyin olmasını dilerse ona sadece "Ol" der ve o olay hemen gerçekleşir. Allah katında herşey mümkün olduğu için mümin her talebinde ümit içindedir. Allah sonsuz kudretini bir Kuran ayetinde şu şekilde bildirmektedir:
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)Bu sırrı kavrayan insan, aşılması imkansız gibi görünen engelleri de Allah'ın bir hikmetle yarattığını bilir. Kısırlığı yaratan Allah, istediği anda bunu tersine çevirebilir. Nitekim Hz. İbrahim kıssasında da bu şekilde olmuş, Allah ilerlemiş yaşlarına ve eşi kısır olmasına rağmen ona bilgin bir çocuk vermiştir. Öldüren de, dirilten de, yaşatan da yalnızca Allah'tır.Ayetlerde Allah mucizevi bir olayı bizlere bildirmiş ve çocuk sahibi olmaları mümkün olmayan Hz. İbrahim ve eşini bir çocuk sahibi kılacağını haber vermiştir. Bu ayette aynı zamanda günümüzde kısırlığın tedavisinde ve tıp biliminde yaşanan gelişmelere de bir işaret bulunuyor olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Elçilerin Hz. İbrahim'e Getirdiği Diğer Haberler
Hz. İbrahim'e gelen elçilerin getirdikleri birinci haber, çocuk müjdesidir. İkinci haber ise, Hz. İbrahim'le birlikte iman etmiş olan Lut Peygamberin inkarcı kavminin yakında helak edileceğidir. (Lut Peygamber, Hz. İbrahim'le aynı dönemde, aynı coğrafyada yaşamıştır ve eşcinsel bir kavmi bu sapıklıktan vazgeçmeye ve iman etmeye davet etmiştir. Kitabın 2. bölümünde Hz. Lut'un hayatını inceleyeceğiz.) Elçilerin verdiği bu haberi Allah Kuran'da şöyle bildirmektedir:
(İbrahim) dedi ki: "Şu halde sizin asıl isteğiniz nedir, ey elçiler?" "Doğrusu biz, suçlu-günahkar bir kavme gönderildik" dediler. "Üzerlerine çamurdan taşlar yağdırmak için. Rabbinin katında ölçüyü taşıranlar için işaretlenmiştir." (Zariyat Suresi, 31-34)
Elçiler ile Hz. İbrahim arasındaki konuşma ayetlerde şu şekilde haber verilmektedir:
Bizim elçilerimiz İbrahim'e bir müjde ile geldikleri zaman, dediler ki: "Gerçek şu ki, biz bu ülkenin halkını yıkıma uğratacağız. Çünkü onun halkı zalim oldular." Dedi ki: "Onun içinde Lut da vardır." Dediler ki: "Onun içinde kimin olduğunu biz daha iyi biliriz. Kendi karısı dışında, onu ve ailesini muhakkak kurtaracağız. O (karısı) arkada kalacak olanlardandır." (Ankebut Suresi, 31-32)
İbrahim'den korku gittiği ve ona müjde geldiği zaman, Lut kavmi konusunda Bizimle çekişip-tartışmalara giriyor(du). Doğrusu İbrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gönülden (Allah'a) yönelen biriydi. "Ey İbrahim, bundan vazgeç. Çünkü gerçek şu ki, Rabbinin emri gelmiştir ve gerçekten onlara geri çevrilmeyecek bir azab gelmiştir." (Hud Suresi, 74-76)
Allah'ın elçilerinin getirdikleri helak haberi, bir başka surede şöyle haber verilir:Dediler ki: "Gerçekte biz, suçlu-günahkar olan bir topluluğa gönderildik. Ancak Lut ailesi hariçtir; biz onların tümünü muhakkak kurtaracağız. Ama karısını (kurtaracaklarımız) dışında tuttuk, o, geride kalanlardandır." (Hicr Suresi, 58-60)
Allah, içinde müminlerin bulunduğu bir toplumu asla helak etmeyeceğini Kuran'da bildirmektedir. Bu nedenle Allah gönderdiği haberci meleklerle Hz. İbrahim'e ve Hz. Lut'a ne yapmaları gerektiğini haber vermektedir. Böylece Hz. Lut ve Hz. İbrahim o bölgeden ayrılarak hicret etmişlerdir.
Hz. İbrahim'in Oğulları: Hz. İsmail ve Hz. İshak
Hz. İbrahim'e gelen elçiler, gerçekte onun daha önceden Allah'a etmiş olduğu duanın icabetini müjdelemişlerdir. Bu dua, Hz. İbrahim'in Allah'tan salih bir varis istemesidir:
"Rabbim, bana salihlerden armağan et" (Saffat Suresi, 100)
Hz. İbrahim, Allah'tan, özellikle kendi soyundan bir evlat değil, salih bir insan istemektedir. Hz. İbrahim'in Allah'a olan duası, kendisinden sonra dini ayakta tutacak herhangi bir salih Müslümandır. Hz. İbrahim'in bir evlat beklentisi içinde olmadığı, elçilere verdiği cevaplardan da anlaşılmaktadır. Elçiler kendisini "bilgin bir çocukla" müjdelediklerinde, "Bana ihtiyarlık gelip-çökmüşken mi müjdeliyorsunuz? Beni ne ile müjdelemektesiniz?" (Hicr Suresi, 54) diye cevap vermiştir. Ancak Allah Hz. İbrahim'e mümin bir soy yaratmak istemiş, bu nedenle bir mucize gerçekleştirerek kısır ve yaşlı olan hanımını çocuk sahibi olmaya elverişli kılmıştır. Ve daha önceki bölümlerde de belirttiğimiz gibi bu müjdeyi elçileri vasıtasıyla haber vermiştir:
"Biz de onu halim bir çocukla müjdeledik." (Saffat Suresi, 101)

Hz. İbrahim'de gördüğümüz bu örnek, onun soyundan gelen Hz. Zekeriya için de geçerlidir. Allah Kuran'da Hz. Zekeriya'nın duasını ve daha sonradan onu salih bir çocukla müjdelenmesini şöyle haber verir:
(Bu,) Rabbinin, kulu Zekeriya'ya rahmetinin zikridir. Hani o, Rabbine gizlice seslendiği zaman; Demişti ki: "Rabbim, şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle tutuştu; ben Sana dua etmekle mutsuz olmadım. Doğrusu ben, arkamdan gelecek yakınlarım adına korkuya kapıldım, benim karım da bir kısırdır. Artık bana Kendi katından bir yardımcı armağan et. Bana mirasçı olsun. Yakup oğullarına da mirasçı olsun. Rabbim, onu razı olunan kıl. (Allah buyurdu:) "Ey Zekeriya, şüphesiz Biz seni, adı Yahya olan bir çocukla müjdelemekteyiz; Biz bundan önce ona hiçbir adaş kılmamışız. Dedi ki: "Rabbim, karım kısır iken, benim nasıl oğlum olabilir? Ben de yaşlılığın son basamağındayım." (Ona gelen melek:) "İşte böyle" dedi. "Rabbin dedi ki: -Bu Benim için kolaydır, daha önce sen hiçbir şey değil iken, seni yaratmıştım." (Meryem Suresi, 2-9)
Hz. İbrahim gibi Hz. Zekeriya da Allah'tan salih birer varis istemişlerdir. Hiç unutulmamalıdır ki, eğer bir insana Allah hidayet vermemişse, hiç kimse onu doğru yola eriştiremez. Nitekim Allah Kuran'da "... Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir." (Kasas Suresi, 56) şeklinde buyurmaktadır. Rabbimiz bu konuda bizlere Hz. Nuh'un oğlunu da bir örnek olarak vermiştir. Bu kişi, Hz. Nuh gibi samimiyeti, sabrı, tevekkülü ve güzel ahlakıyla alemlere örnek kıldığı, kıymetli bir elçisinin oğludur. Ancak Hz. Nuh'un kendisini çağırdığı hidayet yoluna uymamış ve inkarcılardan olmuştur. Allah Hz. Nuh'un oğlunu tufanda diğer inkarcılar ile birlikte helak etmiştir. (Hud Suresi, 43)
Rabbimiz Hz. İbrahim'i ise salih çocuklarla müjdelemiştir. Kuran'da Allah'ın peygamberlik makamıyla şereflendirdiği bu mübarek kulların Hz. İsmail ve Hz. İshak oldukları bildirilmektedir. Onlar da Hz. İbrahim gibi Allah'a olan bağlılıkları, güzel ahlakları ve teslimiyetleri ile seçkin kılınan kutlu elçilerdir. Kuran'da Hz. İbrahim'in Hz. İshak ve Hz. İsmail ile müjdelendikten sonra Rabbimize olan samimi duası ve şükrü şu şekilde haber verilmektedir:
"Hamd, Allah'a aittir ki, O, bana ihtiyarlığa rağmen İsmail'i ve İshak'ı armağan etti. Şüphesiz Rabbim, gerçekten duayı işitendir." (İbrahim Suresi, 39)
Rabbimiz Kuran'da Hz. İsmail'in; "hayırlı olanlardan olduğu" ve "alemlere üstün kılındığı"nı bildirir. Ayetlerde İsmail Peygamber için "vaadinde doğruydu ve gönderilmiş bir peygamberdi" (Meryem Suresi, 54-55) şeklinde buyurulmaktadır. Allah Kuran'da Hz. İsmail'den razı olduğunu da tüm insanlara bildirmektedir.

Hz. İshak henüz Hz. İbrahim hayatta iken, Rabbimiz ona Hz. Yakub'u armağan etmiştir. Hz.Yakub da Allah'ın peygamberlik makamıyla şereflendirdiği salih bir mümindir. Allah Kuran'da bu seçkin kulunun üzerindeki nimetini tamamladığını (Yusuf Suresi, 7) bildirmektedir. Hz.Yakub ayetlerde Allah'a olan samimi imanı, katıksızca ahiret yurdunu anan ihlas sahibi bir kul oluşu (SadSuresi, 46) ile övülen mübarek bir insandır. Allah, Hz. İshak'ın ve Hz. Yakub'un üstün ahlak özelliklerini ayetlerde şöyle haber verir:
Gerçekten Biz onları, katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu düşünüp-anan ihlas sahipleri kıldık.Ve gerçekten onlar, Bizim katımızda seçkinlerden ve hayırlı olanlardandır. (Sad Suresi, 46-47)
Ona İshak'ı armağan ettik, üstüne de Yakub'u; her birini salihler kıldık. Ve onları, Kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayrı kapsayan-fiilleri, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar Bize ibadet edenlerdi. (Enbiya Suresi, 72-73)
Biz ona, salihlerden bir peygamber olarak İshak'ı da müjdeledik. (Saffat Suresi, 112)
Kuran'da Hz. İbrahim her işinde Rabbimize yönelmesi, samimi ve içten bir şekilde O'na dua etmesi ve Allah'a imanda kararlı olması ile övülmektedir. Hz.İbrahim başına gelen her türlü zorluk ve sıkıntı karşısında gösterdiği teslimiyetli tavrı tüm iman sahipleri için bir örnektir. Hz. İbrahim'in çocukları ile ilgili duası da bu samimiyeti açıkça göstermektedir:
"Rabbimiz gerçekten ben çocuklarımdan bir kısmını Beyt-i Haram yanında ekini olmayan bir vadiye yerleştirdim; Rabbimiz, dosdoğru namazı kılsınlar diye (öyle yaptım). Böylelikle Sen insanların bir kısmının kalblerini onlara ilgi duyar kıl ve onları birtakım ürünlerden rızıklandır. Umulur ki şükrederler." (İbrahim Suresi, 37)
Allah Hz. İbrahim'in ve soyunun üzerindeki büyük lütfunu Yusuf Suresi'nde şu şekilde bildirir:
Böylece Rabbin, seni seçkin kılacak, sözlerin yorumundan (kaynaklanan bir bilgiyi) sana öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak'a (nimetini) tamamladığı gibi senin ve Yakub ailesinin üzerindeki nimetini tamamlayacaktır. Elbette Rabbin bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Yusuf Suresi, 6)
Allah diğer ayetlerde Hz. İbrahim'in soyu hakkında şöyle buyurur:
Biz ona İshak'ı ve Yakub'u armağan ettik ve onun soyunda peygamberliği ve Kitabı kıldık, ecrini de dünyada verdik. Şüphesiz o, ahirette salih olanlardandır. (Ankebut Suresi, 27)
Güç ve basiret sahibi olan kullarımız İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u da hatırla. Gerçekten Biz onları, katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu düşünüp-anan ihlas sahipleri kıldık. Ve gerçekten onlar, Bizim katımızda seçkinlerden ve hayırlı olanlardandır. (Sad Suresi, 45-47)
Böylelikle, onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrılınca ona İshak'ı ve (oğlu) Yakup'u armağan ettik ve her birini peygamber kıldık. Onlara rahmetimizden armağan(lar) bağışladık ve onlar için yüce bir doğruluk dili verdik. (Meryem Suresi, 49-50)
Rabbimiz ayetlerde Hz. İbrahim'in ailesini alemlere üstün kıldığını, kitap ve hikmetle desteklediğini ve onlara büyük bir mülk nasip ettiğini bildirmektedir:
Gerçek şu ki, Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti. (Al-i İmran Suresi, 33)
Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? Doğrusu Biz, İbrahim ailesine Kitabı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk de verdik. (Nisa Suresi, 54)
İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir. Bu, İbrahim'e, kavmine karşı verdiğimiz delilimizdir. Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz senin Rabbin, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir. (Enam Suresi, 82-83)
Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık. İbrahim'e selam olsun. Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz. Şüphesiz o, Bizim mü'min olan kullarımızdandır. (Saffat Suresi, 108-111)
Allah, Hz. İbrahim'i güzel, hayırlı ve temiz bir soy ile ödüllendirmiştir. Kavmi itaatsiz, kibirli ve Allah'ı inkarda direnen bir topluluk iken, Hz. İbrahim'in kendinden sonra kavmine mirasçı bırakacağı oğulları ise peygamber olarak seçilmiştir:
Ve ona İshak'ı ve Yakub'u armağan ettik, hepsini hidayete eriştirdik; bundan önce de Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u hidayete ulaştırdık. Biz, iyilik yapanları işte böyle ödüllendiririz. (Enam Suresi, 84)
Hz. İsmail ve Hz. İshak, Hz. İbrahim ile birlikte insanları Allah'a iman etmeye davet etmişlerdir. Hz. İsmail, babası Hz. İbrahim ile birlikte kutsal Kabe'yi inşa etmiştir.

Hz. İbrahim'in Kavmine Yaptığı Tebliğ

Bir Müslüman, inkar ya da gaflet içindeki bir insana nasıl tebliğ yapmalıdır? Onu dine nasıl davet etmelidir? Allah Kuran'da tebliğ ibadetinin, iyi düşünülmüş yöntemler ve üsluplarla yürütülmesi gerektiğine işaret etmektedir. Tebliğin tek bir yöntemi yoktur. Yöntem, karşıdaki kişinin durumuna, içinde bulunduğu şartlara, düşüncelerine ve inançlarına göre değişir. Örneğin Allah ayetlerinde, Hz. Nuh'un insanlara Kendi varlığını hem "açıkça ilan" ettiğinden, hem de "gizli gizli yollarla" anlattığından, onları dine yöneltecek dolaylı yöntemler kullandığından bahsetmektedir. (Nuh Suresi, 9)

Hz. İbrahim'in kendi kavmine yaptığı tebliğde de çok önemli örnekler bulunmaktadır. Onun en dikkat çekici yöntemlerinden biri, kavmine Allah'ı anlatırken onların vicdanlarını harekete geçirecek, onları düşündürecek yöntemler izlemesidir. Onlara sorular sorarak düşünmelerini sağlamış ve böylece içinde bulundukları sapkınlığı ispat etmiştir. Taptıkları sahte ilahların şuursuz birer tahta ve taş parçasından ibaret olduğunu onlara göstermiş, ince bir planla onların da aklen ve kalben buna ikna olmalarını sağlamıştır. Kavminin asırlardır içinde yaşadığı şirk sistemini bu tebliğ yöntemiyle çökertirken, onlara Allah'ın varlığını ve birliğini de açıklamıştır. Allah Kuran'da Hz. İbrahim'in tebliğini şöyle bildirir:
Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: "Bu benim Rabbimdir." Fakat kayboluverince: "Ben kaybolup-gidenleri sevmem" demişti. Ardından Ay'ı, doğar görünce: "Bu benim Rabbim" demiş, fakat o da kayboluverince: "Andolsun" demişti, "Eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum." Sonra Güneş'i doğar görünce: "İşte bu benim Rabbim, bu en büyük" demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: "Ey kavmim, doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım. Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim." (Enam Suresi, 76-79)

Hz. İbrahim'in bu ayetlerde belirtilen Ay, Güneş ve yıldızlar hakkındaki yorumları, kendisinin gerçek düşünceleri değil, kavmine yönelik bir tebliğ yöntemi gibi gözükmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.) Çünkü gece vakti gördüğü yıldızların ve Ay'ın kısa bir zaman sonra (Güneş'in doğmasıyla) yok olacağını, Güneş'in ise doğduktan sonra tekrar batacağını elbette Hz. İbrahim de bilmektedir. Ancak müşrik olan kavmi akıl ve muhakemeden yoksun olduğu için, Hz. İbrahim böyle aşamalı bir anlatım yöntemi tercih etmiş olabilir.
Kitabın ilk bölümünde de üzerinde durduğumuz gibi, o dönemin putperest toplumları kendi yaptıkları heykellerin yanı sıra Güneş, Ay gibi gök cisimlerine de tapınmaktaydılar. İşte bu nedenle Hz. İbrahim onların ilahlık atfettikleri bu cisimlerin neden ilah olamayacaklarını, onlara soru-cevap yoluyla açıklamak istemiş olabilir. Bunun için önce yıldızları bir ilah olarak göstermiş, kavminin dikkatini onlara çekmiş, ardından bunların aslında bir ilah olamayacağını Allah'ın kendisine ilham ettiği şekilde ispat etmiştir. Hz.İbrahim'in söylediği "Ben kaybolup-gidenleri sevmem" ifadesi de yine kavmine yönelik önemli bir mesajdır: Bu şekilde, "ilah" vasfına sahip olan varlığın, asla ölmeyen ve yok olmayan bir varlık olduğunu dolaylı olarak anlatmıştır. (En doğrusunu Allah bilir.) Nitekim bunlar, Rabbimizin "Baki" (devam eden, fani olmayan) ve "Kaim" (idare edip ayakta tutan) sıfatlarıdır.
Hz. İbrahim bunun ardından, aynı yöntemi, kavminin sözde ilahlarından biri olan Ay için kullanmış ve Ay'ın bir ilah olmayacağını onlara yine akılcı bir yolla göstermiş olabilir. Daha sonra aynı mantığı Güneş için de kullanmış ve bu arada özellikle Güneş'in "en büyük" olduğuna dikkat çekmiş olabilir. Böylece, kavminin ilah olarak edinmesi muhtemel olan en büyük maddi varlığı da devreden çıkarmıştır. Güneş'in ötesinde, kavminin görebileceği daha büyük bir maddi varlık yoktur ve dolayısıyla bunun bir ilah olmadığının anlatılması, şirk sistemine önemli bir darbedir.
Hz. İbrahim, en sonunda da "ben müşriklerden değilim" sözleri ile tüm bunları Allah'ın yarattığını, O'nun tek gerçek ilah olduğunu ve kendisinin de Allah'a şirk koşmadan iman ettiğini açıklamıştır. Hz. İbrahim'in bu sözlerinden onun şirk sistemini çok yakından bildiği anlaşılmaktadır. O, tüm bu örnekleri bir tebliğ yöntemi olarak vermiş ve bu şekilde onların bozuk mantıklarını, sapkınlıklarını ortaya çıkarmak istemiştir. Nitekim ayetlerden büyük bir azgınlık içindeki kavminin onunla tartışmaya çalıştığı anlaşılmaktadır:

Kavmi onunla çekişip-tartışmaya girdi. Dedi ki: "O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle Allah konusunda çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin O'na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak Allah'ın benim hakkımda bir şey dilemesi başka. Rabbim, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" (Enam Suresi, 80)
Hz. İbrahim kavmine tebliğ yaparken Allah'ın ilhamıyla hareket etmiştir. İzlediği yöntemlerden, verdiği örneklerden Hz. İbrahim'in Allah'ın vahyi ile hareket ettiği anlaşılmaktadır. Allah "Bu, İbrahim'e, kavmine karşı verdiğimiz delilimizdir. Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz senin Rabbin, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir." (Enam Suresi, 83) ayetiyle Hz. İbrahim'e kavmine karşı deliller verdiğini haber vermektedir.
Hz. İbrahim'in kullandığı bu tebliğ yöntemi, tüm Müslümanlar için örnektir. Bir mümin de tebliğ yaparken karşı tarafın çürük ve temelsiz fikirlerini birer birer çökertmeli ve bunun kesin delillerini ortaya koymalıdır. Bunun arkasından da tebliğ yaptığı kişileri Allah'a iman etmeye ve yalnızca O'na kulluk etmeye davet etmelidir. Eğer bir insanın kendisine put edindiği kavramlar yıkılmaz ve bu kavramları şirk koşmasına neden olan mantıklar ortadan kaldırılmazsa, o kişinin Allah'a gerçek anlamda iman etmesi ve gerçek anlamda Müslüman olması zorlaşır. Putların yıkılması, örneğin insanların kapıldıkları batıl ideolojilerin, felsefelerin veya birtakım maddi varlıkların terk edilmesi, gerçek imanın şartıdır.
Hz. İbrahim'in tebliğinden onun Allah'a olan sevgisi, coşkulu imanı ve Allah'ın emirlerini uygulamadaki titizliği açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Kavmine ve babasına yönelik yaptığı bir diğer tebliğ yöntemi de onun Allah'ın seçip beğendiği ve insanlara üstün kıldığı, kutlu bir insan olduğunu bizlere en güzel şekilde göstermektedir. Allah ayetlerde şu şekilde bildirmektedir:
Onlara İbrahim'in haberini de aktar-oku: Hani babasına ve kavmine: "Siz neye kulluk ediyorsunuz?" demişti. Demişlerdi ki: "Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz." Dedi ki: "Peki dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı? Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu?" "Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk." (İbrahim) Dedi ki: "Şimdi neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü? Hem siz hem de eski atalarınız?" (Şuara Suresi, 69-76)

Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi, Hz. İbrahim kavmine putlara tapmanın ne kadar büyük bir sapkınlık ve akılsızlık olduğunu çeşitli yöntem ve örneklerle anlatmıştır. Ancak kavminin bu hatırlatmalara karşı verdiği tek cevap, "biz bunu atalarımızdan gördük" olmuştur. Önceki bölümde de üzerinde durduğumuz gibi bu cevap cahiliye toplumunda çok sık rastlanan, batıl inançları meşrulaştırmak için kullanılan, alışıldık bir cevaptır. Ve hak dinin karşısında hiçbir dayanağı yoktur. Bu ayetlerin devamında Hz. İbrahim, kavmini Allah'a iman etmeye davet etmekte ve onlara Rabbimizi tanıtmaktadır:
"İşte bunlar gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca Alemlerin Rabbi hariç; Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur; Bana yediren ve içiren O'dur; Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur; Beni öldürecek sonra diriltecek olan da O'dur; Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur;" (Şuara Suresi, 77-82)
Ayetlerde de görüldüğü gibi, Hz. İbrahim'in kavmi şirk koştukları putlarına tapınmakta kararlı olduklarını sürekli tekrarlamaktadırlar. Hz. İbrahim ise onlara Rabbimizi en güzel sıfatlarıyla överek karşılık vermektedir. Allah kainatta bulunan canlı ya da cansız tüm varlıkları, yoktan var edendir. Dünya üzerindeki tüm nimetleri insanların hizmetine veren, onlara saymakla bitiremeyecekleri kadar eşsiz güzellikleri bahşedendir. İnsanın dünyaya gelişi, büyümesi, yemesi, içmesi, yürümesi, hareket etmesi, konuşması, gülmesi, kısacası tüm hayatı Allah'ın dilemesiyle gerçekleşmektedir. Hz. İbrahim'in de ayetlerde bildirdiği gibi, insan hastalandığı zaman ona şifayı veren, iyileştirip, eski sağlıklı haline kavuşturan alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Allah izin vermedikçe ne ilaçların ne de doktorların insanlara şifa vermesi mümkün değildir.
İnsanı var ettiği gibi eceli geldiği zaman canını alacak olan da Allah'tır. İnsan daha dünyaya gelmeden önce kaç yıl, kaç gün, kaç saat, hatta kaç saniye hayatta kalacağı Allah katında belirlenmiştir. İnsanın hayatı boyunca başına gelecek olan her detay, söyleyeceği her söz, yapacağı her hareket kaderinde yazılmıştır. İnsan Allah'ın takdir ettiği kaderinin dışında tek bir hareket yapmaya ya da tek bir söz söylemeye güç yetiremez.

Allah dünya hayatını insanlara bir deneme olarak yaratmıştır. İnsanlara bir hidayet önderi olarak elçilerini göndermiş, hidayet rehberi olarak da ayetlerini vahyetmiştir. Her insan ahiret gününde hayatı boyunca yaptıklarıyla hesaba çekilecektir. Rabbimize iman eden, O'ndan korkup sakınan, Allah'ın emir ve yasaklarına titizlikle uyan, tüm hayatını O'nun rızasını, rahmetini umarak salih amelle geçiren iman sahipleri eşsiz nimetlerle karşılaşacaklardır. Allah kullarına karşı çok merhametli, çok bağışlayıcı ve çok şefkatli olandır. Allah hesap gününde iman eden kullarının kötülüklerini örteceğini, onların hatalarını bağışlayacağını ve onlara sonsuz cennet nimetleriyle karşılık vereceğini vaat etmiştir.
Burada çok önemli bir konuyu daha hatırlatmakta fayda vardır: İnsanın tebliğ yaparak diğer insanları hidayete eriştirme gücü yoktur. Tebliğ mümin için bir ibadettir. Bu ibadetin karşılığında, kendisine tebliğ yapılan kişinin iman edip etmemesi tamamen Allah'ın hidayet vermesine bağlıdır. Allah nasip etmezse hiç kimse iman edemez. Nitekim Hz. İbrahim'in Allah'a olan imanından aldığı güçle yaptığı bu tebliğe karşılık, Allah'tan korkmayan, vicdanlarının sesini dinlemeyen ve akletme yeteneğinden yoksun olan kavmi, inkarda ısrarcı davranmıştır. Ayrıca iman etmeyi kabul etmemekle kalmayıp, aynı zamanda daha da azgınlaşarak Hz. İbrahim'i ölümle tehdit etmişlerdir. Hatta, biraz sonra inceleyeceğimiz gibi, Hz. İbrahim'i ateşe atmaya kalkmışlardır. İşte bu nedenle şu gerçek unutulmamalıdır: İman eden bir kişi çevresindeki insanları ihlasla ve kararlılıkla Allah'a iman etmeye davet etmeli, ancak onların iman etmemelerinden dolayı bir üzüntüye kapılmamalıdır.
Rabbimiz bir ayetinde "... Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin..." (Kehf Suresi, 29) şeklinde buyurmakta ve Peygamberimiz (sav)'e "Onlar mü'min olmayacaklar diye neredeyse kendini kahredeceksin (öyle mi?)" (Şuara Suresi, 3) şeklinde bildirmektedir. Allah Yusuf Suresi'nde şu şekilde buyurmaktadır:
Sen şiddetle arzu etsen bile, insanların çoğu iman edecek değildir. Oysaki sen buna karşı onlardan bir ücret de istemiyorsun. O, alemler için yalnızca bir 'öğüt ve hatırlatmadır.' (Yusuf Suresi, 103-104)
Hz. İbrahim'in kavminin, içinde bulundukları sistemin saçma olduğunu vicdanen görmelerine rağmen inkarda diretmelerinin sebeplerinden biri, menfaatlerine olan düşkünlükleridir. Yaşamakta oldukları şirk sistemi, onlara çeşitli dünyevi menfaatler sağlamaktadır ve bu kurulu düzenin değişmesi onların çıkarları ile çatışmaktadır. (Aynen Mekke'deki putlar sayesinde büyük ticari karlar elde eden Mekke liderlerinin, Peygamber Efendimizin tebliğine karşı çıkmaları gibi.) Bu, gerçekte Allah'ın peygamberleri için takdir ettiği bir kanundur. Kuran'da belirtildiği üzere, her dönemde gönderilen elçilere karşı çıkılmış; peygamberler ölüm ile tehdit edilmiş ve asılsız iftiralara uğramışlardır. Bu mübarek, kıymetli insanlar, kimi zaman büyücülükle, kimi zaman delilik, kimi zaman da "şairlik", yani Allah adına sözler uydurmak şeklinde çirkin ve asılsız iftiralarla suçlanmışlardır. Bir başka deyişle, peygamberleri suçlayanlar, onları sapkın, kendilerini ise hak yolda ilan etmek gibi bir sahtekarlığa başvurmaktan çekinmemişlerdir.
Ancak unutulmamalıdır ki, bu insanlar büyük bir akılsızlığın kuşatması altındadırlar. Menfaatlerini korumaya çalışırlarken aslında kendilerini kendi elleriyle sonsuza kadar sürecek bir azaba sokmaktadırlar. Allah güzel ahlakları, takvaları, derin imanları ile tüm insanlara örnek kıldığı peygamberlerine isyan eden insanların uğrayacakları sonu şöyle haber vermiştir:
... Onlar, Allah'tan bir gazaba uğradılar da üzerlerine aşağılanma (damgası) vuruldu. Bu, Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmeleri nedeniyledir. (Yine) Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları dolayısıyladır. (Al-i İmran Suresi, 112)
Hz. İbrahim'in Putlara Kurduğu Tuzak
Kuran'da bildirildiğine göre, Allah Kendisi'nden korkan kullarına "doğruyu yanlıştan ayırt etme" yeteneği verir. Bu, sadece müminlere has olan çok büyük bir lütuf, üstün bir nimettir. Hz. İbrahim'in, kavmini Allah'a iman etmeye davet ederken izlediği yöntemler, aldığı kararlar ve kullandığı üslup, Allah'ın seçkin kullarına bahşettiği bu büyük nimetin önemli örnekleridir.
Hz. İbrahim'in hayatındaki bu örneklerden biri, kavminin putlarına kurduğu tuzaktır. Hz. İbrahim, çok sayıda olan bir topluluğa karşı tek başına mücadele vermiştir. Bu, elbette tehlikeli bir ortamın varlığını ve dolayısıyla da tedbir alınması gerektiğini gösterir. Nitekim Hz. İbrahim de inkarcıların kendisine zarar vermelerini ve tebliğinin önünü kesmelerini önlemek için tedbirler almıştır. Örneğin etrafındaki müşrikleri uzaklaştırmak için "hastayım" demiştir:
Hani babasına ve kavmine demişti ki: "Sizler neye tapıyorsunuz? Birtakım uydurma yalanlar için mi Allah'tan başka ilahlar istiyorsunuz? Alemlerin Rabbi hakkındaki zannınız nedir?" Sonra yıldızlara bir göz attı. "Ben, doğrusu hastayım" dedi. Böylelikle arkalarını çevirip ondan kaçmaya başladılar. (Saffat Suresi, 85-90)
Hz. İbrahim inkarcı topluluğu kendinden uzaklaştırdıktan sonra putların yanına gitmiş ve onları parçalamıştır:
Bunun üzerine onların ilahlarına sokulup: "Yemek yemiyor musunuz?" dedi. "Size ne oluyor ki konuşmuyorsunuz?" Derken onların üstüne yürüyüp sağ eliyle bir darbe indirdi. (Saffat Suresi, 91-93)

Böylece o, yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça etti; belki ona başvururlar diye. (Enbiya Suresi, 58)
Hz. İbrahim'in, putların sadece birini sağlam bırakmış olmasının da önemli bir hikmeti vardı. Hz. İbrahim'in kavmi putların bulunduğu yere gittiklerinde, sözde ilahlarının paramparça olduğunu ve yalnızca en büyük olan putun kaldığını gördüler. Ve hemen bunu yapan kişiyi aramaya başladılar. Hz. İbrahim'in putlara ve bu müşrik inanca olan mücadelesini bildiklerinden dolayı putları onun kırdığını hemen anladılar ve kendilerince intikam almak için Hz. İbrahim'i arayıp buldular:
"Bizim ilahlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o, zalimlerden biridir" dediler. "Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik" dediler. Dediler ki: "Öyleyse, onu insanların gözü önüne getirin ki, ona (nasıl bir ceza vereceğimize) şahid olsunlar." İbrahim'i getirdikten sonra; dediler ki: "Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?" (Enbiya Suresi, 59-62)
Bu soru, Hz. İbrahim'in neden en büyük putu kırmayıp sağlam bıraktığını da ortaya çıkarıyordu:
"Hayır" dedi. "Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin." (Enbiya Suresi, 63)İnkarcılar, Hz. İbrahim'in bu cevabı üzerine putların konuşmaya güç yetiremeyeceğini ister istemez düşündüler ve anladılar. O güne kadar bu taş parçalarının hiçbir gücü olamayacağını anlatan Hz. İbrahim'e inanmayan bu insanlar, onun bu hikmetli planı ile bu gerçeği kavradılar:
Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; "Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)" dediler. (Enbiya Suresi, 64)
Ancak inkarcıların bu pişmanlığı kısa sürdü. Gerçeği anlamış olmalarına rağmen, sırf kendilerine atalarından miras kalan ve geçici dünyevi menfaatleri ile uyuşan şirk sistemini sürdürmek için Hz. İbrahim'e tekrar karşı çıktılar:
Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler: "Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin. Dedi ki: "O halde, Allah'ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz? Yuh size ve Allah'tan başka taptıklarınıza. Siz yine de akıllanmayacak mısınız? Dediler ki "Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun." (Enbiya Suresi, 65-68)
Hz. İbrahim'in bu kıssada sergilediği tavırlar, ince bir plan ve hikmeti göstermektedir. Kavmine "hastayım" diyerek onları yanından uzaklaştırmış ve böylece kendisine rahat bir faaliyet imkanı oluşturmuştur. Sonra putları kırmış, ama en büyük olan putu ayakta bırakmıştır. Bunu, putların kırıldığını gören kavminin vereceği tepkilerin neler olabileceğini düşünerek yapmıştır. Hz. İbrahim'in kurduğu bu tuzak, onun Allah'ın vahyi ile hareket eden, üstün akıl ve basiret sahibi bir elçi olduğunu bizlere göstermektedir. O, Allah'ın ilhamıyla çok hikmetli bir tuzak kurmuş ve Allah'ın izniyle çok güzel bir başarı elde etmiştir. Putları kırdıktan sonra, bunun en büyük put tarafından yapıldığını söylemekle kavmini kendi inançlarını sorgulamaya yöneltmiştir. İlk başta belirlemiş olduğu plan böylece aşama aşama gerçekleşmiştir.
Hz. İbrahim'in putları kırmasındaki asıl amaçlardan biri, kavminin sahip olduğu inanç sisteminin ne kadar akıl dışı olduğunu onlara kavratabilmektir. Çünkü eğer bu yaptıklarının saçmalığını anlamazlarsa, tekrar yeni putlar oluşturup onlara aynı şekilde tapınmaya devam edeceklerini biliyordu. Bu nedenle önemli olan, putlara tapmanın Allah'ın vahyine ve imana karşı olan batıl bir sapkınlık olduğunu onlara kavratmaktır.

Yemeyen, içmeyen, hareket edemeyen heykellerin bir insana zarar verebileceğini ya da bir fayda getirebileceğini düşünmek, çok büyük bir akılsızlıktır. Bunu düşünenler, yani putperestler bir sıkıntı ya da zorlukla karşılaştıklarında putlardan medet ummakta, onlardan yardım istemekte, onların istemeyeceğini düşündükleri bir şey yapmamaktadırlar. Çünkü bu putlardan korkmakta, cansız putların tüm kainatı ve canlıları var ettiklerine, tüm evreni yönetip yönlendirdiklerine, insanlara sağlık, bereket, rızık, güç, anlayış verdiğine inanmaktadırlar. Böylesine büyük bir gaflete kapılacak derecede akıl ve anlayıştan yoksundurlar. Allah müşriklerin ne kadar büyük bir sapkınlık içinde olduklarını ayetlerde şu şekilde haber verir:
Oysa (bu şirk koştukları güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir, ne kendi nefislerine yardım etmeğe. Onları hidayete çağırırsanız size uymazlar. Onları çağırırsanız da, suskun dursanız da size karşı (tutumları) birdir. (Araf Suresi, 192-193)
Onların yürüyecek ayakları var mı? Ya da tutacakları elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var? Yoksa işitecek kulakları mı var? De ki: "Ortak koştuklarınızı çağırın, sonra bir düzen (tuzak) kurun da bana göz bile açtırmayın." (Araf Suresi, 195)
Ancak bu anlayışsızlığın sadece Hz. İbrahim döneminde kaldığını sanmak ise büyük bir yanılgı olur. Putperestlik hala yaşamaktadır, farklı isimler altında olsa bile. Örneğin Hz. İbrahim'in karşılaştığı putperestlerin inançları, günümüzdeki Darwinistlerin inandıkları dogmalarla çok büyük bir benzerlik göstermektedir.
Hz. İbrahim'in Putperest Kavmi ile Günümüz Darwinistleri Arasındaki Benzerlikler
Hz. İbrahim dönemindeki müşrik kavimler taştan, topraktan ve tahtadan heykeller yapıyor, daha sonra kendi elleriyle yaptıkları bu putlara tapıyorlardı. Sapkın inanışları gereği, tapındıkları heykellerin kainatın işleyişi üzerinde bir güce sahip olduğuna inanıyorlardı. Bu batıl inanışa göre, putlar karar alma, bunları uygulama, canlıları cezalandırma ya da ödüllendirme yetkilerine sahipti. Bir başka deyişle söz konusu müşrikler, bu heykelleri oluşturan cansız maddenin, sözde yaratma ve insanları yönetme gücüne sahip olduğunu sanıyorlardı. Hiç şüphesiz bu çok büyük bir sapkınlık, Allah'ın Kuran ayetlerinde bildirdiği çok büyük bir günahtır. Nitekim Allah bir Kuran ayetinde şu şekilde buyurmaktadır:

Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur. (Nisa Suresi, 48)
Günümüzde de Darwin'in evrim teorisini savunanlar, Hz. İbrahim döneminde yaşayan bu insanların sapkın inanışlarına çok benzer bir batıl anlayışın peşinden gitmektedirler. Onlar da karbon, hidrojen, oksijen, kalsiyum, magnezyum, demir gibi elementlerin, çeşitli mineraller içeren çamurlu suyun, zaman ve tesadüflerin yardımı ile üstün bir güce ve hür iradeye sahip olduğuna inanmaktadırlar. Darwinistlerin sapkın iddialarına göre, dünyanın ilk dönemindeki çamurdan, zaman içinde tesadüflerin yardımı ile canlılık meydana gelmiştir. Doğadaki tüm güzellikleri, hayvanları ve en önemlisi şuurlu bir insanı oluşturma kararını sözde yine bu çamurlu su, zaman ve tesadüf üçlüsü almıştır. Bu batıl inancın kökeni, cansız maddeleri akıl ve irade sahibi, karar alabilen ve bu kararları uygulayabilen varlıklar olarak kabul etmeye kadar gitmekte ve böylece madde adeta bir ilah olarak görülmektedir. Bu durumda evrende görülen her varlığın kendi kendine ve tesadüfler sonucunda meydana geldiği iddia edilmekte ve her varlık tesadüflerle birlikte ilah olarak kabul edilmektedir. (Allah'ı tenzih ederiz.) Oysa kendi bedeninden başlayarak, çevresini saran canlı ve cansız varlıkları inceleyen her insan, tüm kainatı sonsuz bir güce, akla ve ilme sahip olan bir Yaratıcı'nın var ettiğini görecektir. Üzerinde yaşadığı gezegenden bedeni arasındaki kusursuz uyuma, uzaydaki galaksiler, yıldızlar ve tüm diğer gök cisimleri arasındaki dengeden saymakla bitiremeyeceğimiz kadar eşsiz nimetlerle bezenmiş yeryüzüne kadar her bir detay, sonsuz merhamet ve şefkat sahibi bir Yaratıcı'nın varlığının delillerindendir. O üstün Yaratıcı, alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'tır. Rabbimiz insanın biraz düşünerek bulabileceği bu apaçık gerçeği Hz. İbrahim gibi elçileri aracılığı ile de tüm insanlara bildirmiştir. Ne var ki, tarih boyunca birçok insan kendilerine anlatılan gerçekleri inkar etmişler, Allah'ın varlığını inkarda diretmişlerdir. Allah, son vahyi olan Kuran'da bu tür insanların varlığını şöyle bildirir:
Olanca yeminleriyle, eğer kendilerine bir ayet gelse, kesin olarak ona inanacaklarına dair Allah'a yemin ettiler. De ki: "Ayetler, ancak Allah katındadır; onlara (mucizeler) gelse de kuşkusuz inanmayacaklarının şuurunda değil misiniz? Biz onların kalplerini ve gözlerini, ilkin inanmadıkları gibi tersine çeviririz ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda terk ederiz. Gerçek şu ki, Biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve herşeyi karşılarına toplasaydık, -Allah'ın dilediği dışında- yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar. (Enam Suresi, 109-111)
Görüldüğü gibi şuursuz minerallerin, atomların ve tesadüflerin kusursuz ve eksiksiz tasarımlar ortaya çıkardıklarını iddia etmekle totemlerin önünde eğilip tahta heykelden sağlık ve bereket istemek, aynı sapkınlığın devamından başka bir şey değildir. Değişen tek şey bu sapkınlığa verilen isimler, bunu tarif etmek için kullanılan kavramlardır.
Hz. İbrahim'in içinde yaşadığı, Allah'a ortaklar koşan sapkın toplumun sahip olduğu inanca göre kainatı düzenleyen, yöneten, canlıları yönlendiren, hareket ettiren çeşitli putlar vardı. Darwinistler de benzer bir biçimde tüm canlıların ve kainattaki kusursuz tasarımın cansız maddelerin (atomların, moleküllerin, doğa güçlerinin, cisimlerin kimyasal ve fiziksel özelliklerinin) etkisiyle oluştuğuna inanırlar. Bir putperestin putlara böyle bir gücü atfetmesi gibi, Darwinistler de "maddenin kendi kendini örgütlemesi", "doğanın türleri yaratması" gibi kavramlarla cansız maddelere hayali bir yaratma gücü atfeder, onları putlaştırırlar.

Evrim teorisini savunan popüler yayınlarda bu durum açıkça gözlenebilir. Bu yayınlarda yer alan yazılarda Darwinistlerin putlarından sıkça bahsedilir, bu putların en başındaki put ise "Tabiat Ana" olarak isimlendirilir. Bu sapkınlığı savunanlar kainattaki tüm gelişmelerin, değişimlerin sözde Tabiat Ana'nın -ya da Doğa'nın- yönlendirmesi ve iradesiyle gerçekleştiğine inanırlar. Canlılardaki kusursuz güzellikleri, tüm canlıların meydana gelişini, ölümlerini, doğal felaketleri Tabiat Ana'dan bilir, onun gazabı ya da mucizesi olarak yorumlarlar. Doğadaki bir güzellikten bahsederken "doğanın insana armağanı", bir felaketten bahsederken de "tabiat ananın gazabı" gibi sapkınlıklarını gözler önüne seren cümleler sarf ederler. Ancak Tabiat Ana'nın gücünü nereden aldığına, ne ya da kim olduğuna dair hiçbir açıklama yapmazlar. Bu, elbette çok büyük bir akılsızlık, çok çirkin bir iftiradır. Söz konusu kişiler Allah'a açıkça şirk koşmakta ve bu çarpık inançlarını da sözde bilimsel bir temele dayandırmaya çalışmaktadırlar. Darwinizm'in çağdaş eleştirmenlerinden biri olan Amerikalı düşünür Prof. Philip Johnson, evrim teorisine ve genel olarak çağımızdaki materyalist felsefeye olan inancın bir tür putperestlik olduğunu şöyle anlatır:
İnkar, her zaman için biz insanlar için saptırıcı bir tutku olmuştur. Açık ateizm ise, inkarın sadece inkarın en yüzeysel şeklidir... (İnkarın) bir diğer eski stratejisi ise, Yaratıcı'nın yerine, kontrolümüz altındaki bir başka varlığı yerleştirmektir. Bunun ismi putperestliktir. İlkel kabileler putlarını tahtadan veya kilden yaparlardı. Çağdaş entelektüeller ise, kendi teorilerini putları haline getirmektedirler... 'Tanrı' kelimesini kullansalar bile, bunu tesadüf ve doğa kanunları gibi göstermektedirler. Bu stratejiyi kullananların tümü, Yaratıcı'nın yerine yaratılmış varlıkları koymaktadırlar ve zaten bu da putperestliğin özüdür.3
Gerçekten de "Tüm kainatı yoktan var eden Rabbimizin yerine, kendileri de yaratılmış olan aciz varlıkları koymak" (Allah'ı tenzih ederiz), binlerce yıldır süregelen putperestliğin temelidir. İşte Hz. İbrahim de aynı sapkın hayat görüşüne sahip olan kavmiyle mücadele etmiştir. Allah ayetlerinde bu durumu şu şekilde bildirir:
(İbrahim) Hani babasına demişti: "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun? (Meryem Suresi, 42)
(İbrahim) Hani babasına ve kavmine demişti ki: "Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir? "Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk" dediler. Dedi ki: "Andolsun, siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz." (Enbiya Suresi, 52-54)
Maddenin bir bilinç sahibi olmadığı, dolayısıyla maddi varlıklara bilinç atfetmenin büyük bir yanılgı olduğu açıktır. Atomların, moleküllerin, çamurlu suyun ya da tesadüflerin bir şuuru, karar alma gücü, düşünme yeteneği yoktur. Atomlar şuursuz, cansız maddelerdir. Oysa evrende var olan herşeyin ancak üstün bir şuur ve iradenin varlığıyla hayat bulabileceği açık bir gerçektir. Bu üstün şuur ve iradenin tümü alemlerin Rabbi olan Allah'a aittir. Tüm kainat, sonsuz ilim sahibi olan Allah'ın yaratmasıdır. Kainatın her ayrıntısında Allah'ın yaratışındaki kusursuzluk, üstün akıl ve olağanüstü ilim açıkça görülmektedir. Allah canlı cansız tüm varlıkları yoktan var etmiş, bu varlıkların her birine insanı büyük bir hayranlık içinde bırakan mükemmel özellikler bahşetmiştir.
Hz. İbrahim Ay'ın, Güneş'in ya da yıldızların bir yaratıcı güçleri olamayacağını insanlara göstermiş ve bu şekilde onları şirk koşmaktan vazgeçip Allah'a iman etmeye çağırmıştır. Bu sırada izlediği yol ise -daha önce de belirttiğimiz gibi- bizler için çok önemli işaretler içermektedir. Hz. İbrahim önce "olamazları" -yani putperestliğin temelini oluşturan inançların neden batıl ve geçersiz olduğunu- insanlara Allah'ın ilhamı ile en hikmetli ve en etkili şekilde göstermiştir. Onun kullandığı bu yöntem, tüm iman sahipleri için önemli bir yol göstericidir. Günümüzde bazı çevreler, Darwinizm ve materyalizm gibi ateist felsefelerin geçersizliğinin ve bunları savunan kimselerin yanılgılarının ortaya konmasını gereksiz görmektedirler. Onlara göre Allah'ın üstün yaratış sanatının anlatılması yeterlidir ve Darwinizm'in geçersizliğinin anlatılmasına gerek yoktur. Oysa bu, son derece hatalı bir bakış açısıdır. Çünkü insanların yıllardır alıştıkları hatalı düşünme şekillerini düzeltmenin en önemli yollarından biri, onların akıllarında yer eden tüm soru işaretlerinin birer birer açıklanmasıdır. Bu nedenle de insanlara Allah'ın varlığının delillerini, Rabbimizin yaratış gerçeklerini anlatırken, bir yandan da evrim teorisinin neden geçersiz olduğunun da mutlaka açıklanması gerekir. Böylece insanlar kendi fikirlerinin ne kadar dayanaktan yoksun olduğunu, yıllarca büyük bir aldatmacanın peşinden gittiklerini kavrayacak ve Allah'ın varlığının apaçık bir gerçek olduğunu daha kolay anlayacaklardır.
Darwinizm'in neden geçersiz olduğunun madde madde anlatılması, bu anlayışı savunan insanların tüm dayanaklarını ortadan kaldırır. Böylece bütün "yanılgılar ve imkansızlıklar" ortaya konmuş olur. Hz. İbrahim de Allah'a olan coşkulu imanından kaynaklanan üstün kavrayışı ve basireti sayesinde, taştan ve tahtadan putların ya da Güneş'in, Ay'ın, yıldızların neden ilah olamayacağını delilleriyle en hikmetli şekilde ortaya koymuştur. Allah'ın varlığını ve yaratılış gerçeğini tebliğ eden insanlar da, güzel ahlakı ve güçlü imanı ile Allah'ın insanlara örnek kıldığı Hz. İbrahim ile aynı yöntemi izleyebilirler.
Hz. İbrahim'in kavmi ile Darwinistler arasındaki bir diğer benzerlik de yapılan tebliğ karşısında verdikleri cevaplardır. Putperestler taştan ve tahtadan heykellerin hiçbir şeye güç yetiremeyeceğini anlamış ve bunu kendileri de dile getirmişlerdir. Allah, "Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; 'Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)' dediler." (Enbiya Suresi, 64) ayetiyle bizlere bu gerçeği bildirir. Ancak gerçekleri apaçık görmelerine ve kalben kabul etmelerine rağmen inkarda direnmiş, putlarına sadakatte kararlı olmuşlardır.
Darwinistler de, evrim teorisinin bilim karşısında tüm dayanaklarını yitirdiğini, günümüzde Darwinizm'i somut bilimsel delillerle kanıtlamanın imkansız hale geldiğini çok iyi bilmektedirler. (Detaylı bilgi için bkz. Evrimcilerin İtirafları, 2. Baskı, Harun Yahya, Araştırma Yayıncılık) Allah'ın üstün yaratış delillerini ortaya koyan her çalışma onları daha da büyük bir ümitsizliğe ve hezimete sürüklemektedir. Canlılardaki kusursuz tasarım örnekleri, kompleks sistemler, mükemmel yaratılış detayları bilim adamları tarafından ardı ardına açıklanmakta, Darwinizm'in iddiaları bilim karşısında birer birer ortadan kaldırılmaktadır. Ancak Darwinistler bunu açıkça kabul etmemekte, bu düşüncelerini sadece satır aralarında ve istemeden dile getirmekte, ama tam anlamı ile kabullenememektedirler. Bu konudaki her tartışmada Darwinistler teorilerini körü körüne savunmaya, karşı delilleri görmezden gelmeye devam etmektedirler.
İşte bu noktada iman edenler çok önemli bir gerçeği asla unutmamalıdırlar: Önemli olan, bir gerçeği sözle tasdik etmek, görünürde kabul etmek değildir. Önemli olan, kalben bu gerçeğin farkında olmaktır. Darwinistler de yaratılış gerçeğini kalben kabul etmiş durumdadırlar. Samimi düşüncelerini insanların önünde dile getirmemeleri bu gerçeği değiştirmemektedir. Üstelik Darwinistlerin vicdanen yaratılış gerçeğini çok iyi anladıkları halde reddetmeleri, Kuran'da bizlere bildirilen bir gerçeği de ortaya koymaktadır: "Sadece az bir topluluğun iman edeceği".
İman edenlere düşen görev ise, gerçekleri tekrar tekrar anlatmak, anlamayanlar için yeni yöntemler ve üsluplar geliştirmek, insanlara Allah'ın dinini en güzel şekilde tebliğ edebilmek için geniş kapsamlı bir fikri mücadele yürütmek olmalıdır. Bu mücadeleyi yürütecek kişiler Allah'a teslimiyetli ve tevekküllü olmalıdırlar. Çünkü muhatap oldukları kişilere hidayeti verecek olan Allah'tır. Tüm anlatılanlar, ancak Allah dilerse anlatılan kişilerde etki uyandıracaktır.
Hz. İbrahim de kavmine tebliğ yaparken çok sabırlı davranmış, tevekkülü ve teslimiyeti ile tüm insanlara örnek olmuştur. O, her durumda Allah'ın kendisi ile birlikte olduğunu bilmiş, her anı olduğu gibi, zor gibi görünen olayları da Allah'ın yarattığına ve Rabbimizin her olayı en güzel ve en hayırlı şekilde sonuçlandıracağına iman etmiştir. Kavminin tehditleri karşısında elinden gelen tüm çabayı göstermiş, ancak sonucun Allah'a ait olduğunu bilerek, O'na dayanıp güvenmiştir. Allah, onun bu güzel tevekkülü karşısında onu daima güçlü ve başarılı kılmıştır.
Hz. İbrahim'in Fikri Mücadelesi
Hz. İbrahim'in kavmi inkarda direnen zorba bir topluluktu ve ayetlerde de bildirildiği üzere bu kıymetli insanla kendilerince tartışmaya girmeye çalışmışlardır. Hz. İbrahim ise, başına gelen her olayda büyük bir sabır göstermiş, Allah'ı vekil tutup O'na hamd ederek üstün bir ahlak göstermiştir. Hz. İbrahim kavmine tebliğ yaparken daima tüm somut delilleri ortaya koymuş, Allah'ın ona bahşettiği üstün hikmet sayesinde en etkili örnekleri vermiş ve son derece ikna edici bir yöntem kullanmıştı. O, Allah'ın hoşnut olacağı gibi bir ahlak göstermiş, insanlara her zaman şefkatle ve merhametle yaklaşmıştı.
Hz. İbrahim uyguladığı planla, karşısındaki putperest topluluğun batıl inancının tüm temel dayanaklarını ortadan kaldırmıştır. Bu sapkın inançların en ufak bir akli temeli olmayan, mantıkla çelişen, Allah'ın vahyine aykırı bir inanış olduğunu delillendirmiştir.
Kavmi ve özellikle de babası Azer ise, Hz. İbrahim'e karşı zorba yöntemler kullanmak istemiştir. Oysa Hz. İbrahim sadece fikri bir çalışma yapmış, inkar edenlere karşı fikri bir mücadele yürütmenin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur. Karşısındakiler onu taşlamak, evinden sürmek ve hatta öldürmek istemiş, ama o kavminin zorbalıklarına güzellikle karşılık vermiştir. Bu, Allah'ın Kuran'da da iman edenlere emrettiği üstün bir ahlak özelliğidir:
İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34)
Hz. İbrahim tevekkül etmiş, kavminin düşmanca tavrı karşısında her zaman Allah'a olan güçlü imanı, samimiyeti, teslimiyeti, ihlası ona güç vermiş, Allah'ın varlığını anlatmak için çok etkili yöntemler geliştirmiştir. Hayatı boyunca çok büyük bir kararlılık ve şevkle inkar edenlere karşı fikri mücadele yürütmüş ve Allah'ın rızası, rahmeti, cenneti dışında hiçbir karşılık beklememiştir.
Şunu hiç unutmamak gerekir ki, herkesin iman ettiği ve Allah'ın rızasına göre yaşadığı bir toplum içinde iman etmek daha kolaydır. Bu toplumda insan, çevresindeki kişilerin hayatlarını gözlemleyerek doğru yolu kolaylıkla bulabilir. Ancak imansızların, Allah'ı inkar edenlerin sayıca çok olduğu bir ortamda iman etmek, Allah'ın razı olacağı gibi bir yaşam sürmek daha ciddi bir kararlılık gerektirir ve dolayısıyla daha makbul olabilir. (En doğrusunuAllah bilir.) İşte Hz. İbrahim de bu yönüyle Allah'ın insanlara üstün kıldığı kutlu bir peygamberdir.
Günümüzde bazı kişiler, çevrelerindeki insanların bir kısmının Allah'ın varlığını inkar etmesi ve Kuran ahlakının dışında yaşam sürmesinden dolayı ümitsizliğe kapılmakta, Allah'ın rızasını kazanma yönündeki şevklerini yitirmektedirler. Oysa Müslüman, bütün dünya inkar etse dahi, Allah'a gönülden teslim olmakla, O'nun hoşnut olacağı gibi bir yaşam sürmekle yükümlüdür. Allah, "Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi." (Nahl Suresi, 120) ayetiyle Hz. İbrahim'in gerçek imanı tek başına yaşayabilen, sadece Allah'a yönelen bir kul olduğunu bildirmektedir. İşte bu nedenle de tüm iman edenlerin aynı Hz. İbrahim gibi kesin kararlılık gösterip, koşullar ne olursa olsun inkar edenlerin aldatmacaları ve tuzakları karşısında gevşekliğe kapılmamalıdırlar.
Hz. İbrahim'in Ateşe Atılmak İstenmesi
Putlarının kırılmasından dolayı öfkelenen inkarcılar, Hz. İbrahim'e şiddetle ve baskıyla karşılık vermeyi kararlaştırmışlardır. Bunun için de Hz.İbrahim'i ateşe atarak yakmak gibi büyük bir zalimliğe başvurmuşlardır:
Dediler ki: "Onun için (yüksekçe) bir bina inşa edin de onu çılgınca yanan ateşin içine atın." Böylelikle ona bir tuzak hazırlamak istediler. Oysa Biz, onları alçaltılmışlar kıldık. (Saffat Suresi, 97-98)
Başka bir ayette de Allah, kavminin Hz. İbrahim'e ne kadar düşmanca yaklaştığını, onu mutlaka öldürmek için tuzak hazırladıklarını şu şekilde bildirir:
Bunun üzerine kavminin (İbrahim'e) cevabı yalnızca: "Onu öldürün ya da yakın" demek oldu. Böylece Allah onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda, iman eden bir kavim için ayetler vardır. (Ankebut Suresi, 24)
Müşriklerin, Allah'ın varlığının delillerini açıkça gördükleri halde, içlerinde Hz. İbrahim'i ateşe atacak kadar büyük bir öfke hissetmeleri, bu kişilerin elçilere ve iman sahiplerine olan kin ve tahammülsüzlüklerinin önemli bir örneğidir. Allah Kuran'da inkarcılar tarafından ateşe atılan diğer bazı müminlerin de haberini vermektedir:
Kahrolsun Ashab-ı Uhdud; 'Tutuşturucu-yakıt dolu o ateş,' Hani kendileri (ateş hendeğinin) çevresinde oturmuşlardı. Ve mü'minlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Onlardan, yalnızca 'üstün ve güçlü olan,' övülen Allah'a iman ettiklerinden dolayı intikam alıyorlardı. (Buruc Suresi, 4-8)
Ancak Allah inkarcıların tüm tuzaklarını olduğu gibi, zulmünü de boşa çıkarır. Müminler, kendilerine yapılan işkenceden dolayı Allah katında büyük bir sevap kazanırken, onlara bu zulmü yapan inkarcılar ebedi cehennem azabına müstahak olurlar.
İlk bakışta Hz. İbrahim'in çok sayıda inkarcı tarafından yakılarak öldürüleceği zannedilmektedir. Fakat ölüm ancak Allah'ın dilemesiyle olduğu gibi, ateş de ancak Allah'ın dilemesi ile "yakma" özelliğine sahip olmaktadır. Herşeyi yaratan Allah, o an ateşe Hz. İbrahim'e karşı "soğuk ve esenlik" olmasını emretmiş, inkar edenlerin tuzaklarını kendi başlarına geçirmiştir:
Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol." Ona bir düzen kurmak istediler, fakat Biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık. Onu ve Lut'u kurtarıp içinde, alemler için bereketler kıldığımız yere (ülkeye) çıkardık. (Enbiya Suresi, 69-71)
Allah tüm elçilerine yardım ettiği gibi, Hz. İbrahim'e de bu zor anında en güzel şekilde yardım etmiştir. Hz. Musa'ya tam Firavun ve askerlerinin yetiştiği anda denizin yarılarak yol açılması ve arkasından Firavun ordusunun denizde boğulması gibi, Hz. İbrahim'e kurulan tuzak da büyük bir mucizeyle bozulmuştur. İbrahim Peygamber inkar edenlerin kurdukları bu tuzak karşısındaki dirayetiyle, cesaretiyle ve tevekkülü ile müminlere örnektir. Son derece güçlü bir imanı olduğu için başına gelen bütün olayların bir kader üzerine yaratıldığının, Allah'ın bir planı olduğunun şuurundadır. Bunun için olumsuz gibi görünen bir olayda da Allah'ın yardımının ve desteğinin her zaman müminlerin yanında olacağını bilmiştir. Çünkü bu Allah'ın vaadidir; Allah müminlerin aleyhine inkar edenlere yol vermez. (Nisa Suresi, 141)
Müminlerin de Allah'a olan imanıyla, tevekkülü ve güzel ahlakıyla ayetlerde övülen İbrahim Peygamberi kendilerine örnek alarak, zorluklar karşısında her zaman Allah'a güçlü bir tevekkül göstermeleri ve herşeyi yaratanın Allah olduğunu asla unutmamaları gerekir. Nitekim zarar getireceği düşünülen olayların tümü aslında birer imtihan olarak ve yine müminlerin hayrına gerçekleşmektedir. Bu durumda Müslümanın daima şevkli ve azimli olması ve her zaman Rabbimize dayanıp güvenmesi Allah'ın rızasını kazanmaya en uygun tavır olacaktır.
Bundan dolayı inkarcıların tuzak, komplo ve saldırıları müminin hüzne kapılmasına ve sıkıntı duymasına kesinlikle sebep olmaz. Aksine her zaman için şevkinin artmasına ve Allah'a yakınlaşmasına vesile olur. Nitekim Allah Kuran'da Peygamberimiz (sav)'e bu konuda şöyle emretmiştir:
Sabret; senin sabrın ancak Allah iledir. Onlar için hüzne kapılma ve kurmakta oldukları hileli-düzenlerden dolayı sıkıntıya düşme. Şüphesiz Allah korkup-sakınanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir. (Nahl Suresi, 127-128)
Hz. İbrahim Kıssasından Günümüze İşaretler
Allah, "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol" (Enbiya Suresi, 69) ayetiyle ateşin Hz. İbrahim'e zarar vermediğini bildirmiştir. Bununla inkar edenlerin tuzakları bozulmuş, onlar Allah'ın kutlu elçisine en ufak bir zarar dahi verememişlerdir. Bu ayet aynı zamanda günümüze dair önemli bir işaret de içermektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Bilindiği gibi, günümüzde yüksek teknoloji ile farklı özelliklere sahip kumaşlar ve malzemeler üretilmektedir. Bu malzemelerle ateşe dayanıklı giysiler, araçlar yapılmaktadır. Örneğin kişiyi ateş, alev, kıvılcım ya da başka yanıcı etkilere karşı koruyan iplik ve kumaşlardan giysiler yapılmaktadır. Aleve karşı dirençli olan bu giysiler daha zor tutuşur, daha yavaş yanar ve alev ya da ısı kaynağı ortadan kalktığında kendiliğinden söner. Bu tür giysiler yanma sırasında kişiye üzerindekileri çıkartmak ya da alevleri söndürmek gibi doğru hareketleri yapmak için daha fazla zaman kazandırmaktadır.
Cam, aramid, novoloid, sulfar ve saran liflerinden üretilen kumaşlar da alev alarak yanmaz ve yüksek ısılara dayanıklıdır. Farklı ipliklerden üretilen bu kumaşların yanmaya karşı koruyucu olmaları için kumaşın ağırlığı, dokuması, yapısı, gerilimi ve çeşitli testlerde gösterdikleri performans dikkate alınır. Aleve dayanıklı kumaşlardan tasarlanan gömlek, pantolon, ceket, kazak, ayakkabı, eldiven, çorap ve başlık gibi giysiler petrol rafinerileri, kimyasal madde üreticileri, elektrik ve doğalgaz tesisleri, çelik endüstrisi, alüminyum imalatçıları, kaynak yapılan işletmeler, havacılık ve uzay endüstrisi, inşaat sanayi, acil durum ve yangın söndürme görevlileri tarafından kullanılır.4 Yukarıdaki ayette de ahir zamanda ortaya çıkan bu büyük bilimsel gelişmeye işaret ediliyor ve ateşe karşı dayanıklı kumaş ve maddelerin üretileceğine dikkat çekiliyor olabilir. Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.